AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Öcalan hakkında 12 Mayıs’ta açıkladığı kararın niteliği önceden belliydi.
Kararın bir ölçüde esnek olacağı, fakat 2003 yılında Öcalan’ın ve onunla birlikte 90 kişinin yeniden yargılanma kapsamı dışında bırakılmış olmasının ciddi bir hukuki güçlük yaratacağı biliniyordu. Hükümet zamanında karar alamadığından ve kamuoyunu aydınlatmakta geciktiğinden duygusal tepkilere elverişli bir ortam doğdu. Özellikle sağ ve sol milliyetçilik adına Türkiye’nin etrafında bir duvar örmek amacını güdenler Avrupa aleyhtarlığı kampanyasına hız verdiler. Bu arada bazen kasten, bazen de cehaletten AB ile AİHM’nin bağlı bulunduğu Avrupa Konseyi aynı çuvalın içine konuyor. Oysa AB’ye sırtımızı çevirsek bile 1950’den beri üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin kurallarına bağlı kalacağız.
***
AİHM Öcalan’ın yargılanması sürecinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne yöntem bakımından aykırılıklar bulduğu için yargılamanın adil olmadığına hükmetti. Yoksa kararın özüne bir itirazı yok. Karar Öcalan’ın Şubat 1999 Kenya’da yakalanarak tutuklanmasını da doğal karşılıyor. Onun bir bölücü hareketin başı sıfatı ile Türkiye’de en tehlikeli terörist olarak algılandığını göz önünde bulunduruyor. Taraftarları Öcalan’ı kaçırmaya teşebbüs edebilecekleri için İmralı’da alınan olağanüstü güvenlik tedbirlerine karşı çıkmıyor. Öcalan’a pencereli ve klimalı geniş bir oda tahsis edildiğini, radyosu bulunduğunu, gazetelerin de kendisine verildiğini, avukatları ile düzenli görüşebildiğini belirtiyor. Eksiği televizyon ve telefonmuş. Yine de odasına telefon konulursa bundan yandaşlarıyla temas için yararlanmak isteyeceği de vurgulanmıyor değil.
***
AİHM’nin Büyük Dairesi’nin verdiği kararın en kritik hükmünü 210’uncu paragrafının 8’inci alt paragrafı içermektedir. Buna göre, AİHM’nin kararları bir durum tespiti niteliğindedir. Bu durumu düzeltmenin sorumluluğu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin denetimi altında, ilgili devlete aittir. AİHM bazı istisnai hallerde durumu düzeltebilecek opsiyonlar üzerinde durarak bunlar arasındaki tercihi devletlere bırakabilir. Bazı hallerde de tek bir önlem önerebilir. Türkiye’yi ilgilendiren önceki davalarda, AİHM’nin Daireleri, prensipte, başvuruda bulunan kişinin talebi üzerine yeniden yargılamanın en iyi yöntem olacağı görüşünü benimsemiştir. Büyük Daire prensip açısından bu genel yaklaşımı desteklemektedir. Ancak, ilgili devletin alacağı spesifik düzeltme önlemleri söz konusu adli dosyanın özel koşullarına cevap vermeli ve o dosya hakkındaki AİHM’nin kararını ve Mahkeme’nin içtihadını göz önünde bulundurmalıdır.
***
Bu oldukça karmaşık ifade dosyanın yeniden açılmasının mutlaka yeniden yargılanma ile sonuçlanması gerekmediği şeklinde anlaşılmaya müsaittir. Fakat bunun için bir hukuki süreç kaçınılmazdır. Bu nedenle 2003 yılında Öcalan ve diğer 90 kişiyi yeniden yargılama kapsamı dışında bırakan mevzuatın vakit geçirilmeden değiştirilmesi en akılcı tedbir olur. Bu yola gidilmediği takdirde yeniden yargılanma için ilgili Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapılacak bir başvurunun reddedilmesi olasılığı çok kuvvetlidir. Mahkemenin alacağı karar da yöntemsel nitelikte olacağından Yargıtay yolu kapalı olacaktır. Gerçi mahkeme temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelerin önceliğini tanıyan Anayasa’nın 90’ıncı maddesine dayanarak davaya bakmayı kabul edebilir, fakat bu olabileceği kadar zayıf bir ihtimaldir.
***
AİHM’nin Öcalan hakkındaki kararı karşısında galeyana gelmek için bir sebep yoktur. Büyük bir zaman baskısı altında da değiliz. Yeniden yargılamaya gitmeyi gerektirmeyecek çözüm yolları açıktır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi üyelerinin çoğu da yeni bir yargılamanın Türkiye’de yaratacağı gerginliklerin farkındadır.