BİRKAÇ gün önce, bir televizyon kanalında izlediğim Obama hakkındaki bir tartışmada şöyle bir konuşma cereyan etti: "Soru: Obama’nın seçilmesi bir projenin uygulanması değil mi? Cevap: Hiç kuşkunuz olmasın."
Evet, Obama ABD başkanlığına seçilince dünyanın hiçbir ülkesinde rastlanmayan bir tepki Türkiye’de baş gösterdi. Profesyonel komplo teorisyenlerimiz derhal bir kurgu yarattılar: Obama normal bir demokratik seçimle işbaşına gelmiş gibi görünse de bu aslında ABD derin devletinin hazırladığı bir projenin uygulanmasından başka bir şey değildi!
Yani derin devlet ta başından beri Obama’yı Demokratların adayı olarak hazırladı, onun karşısına Hillary Clinton’ı çıkardı, fakat adaylık mücadelesinde Obama’yı tuttu, Cumhuriyetçi aday olarak da da McCain’i tercih etti, onu zayıflatmak için Sarah Palin’i başkan yardımcısı adayı olarak öne çıkardı, McCain ile Obama başa baş giderlerken Obama’ya yeni bir ivme vermek amacıyla bu sefer de çok şiddetli bir ekonomik kriz tahrik etti ve sonunda Obama büyük bir zafere ulaştı!
* * *
Müthiş bir kurgu değil mi? Arkasındaki hayal gücüne hayran olmamak mümkün değil. Avrupa’da siyaset bilimcileri, Obama’nın seçilmesini Amerikan toplumunun muazzam kendini yenileme gücünün bir kanıtı olarak görürken ve kendi ülkelerinde bir Obama vizyonunda bir lider yetişmemesinden sızlanırken ne kadar yanılıyorlar!
Onlara gerçekleri ifşa etmemiz lazım! Ne var ki Avrupa büyük filozof, matematikçi ve bilim adamı Rene Descartes’ın memleketi. Descartes, "Düşünüyorum, demek ki varım" demiş. Düşüncenin temelinde de "kuşku" var.
Aklınıza gelen bir fikre hemen itibar etmeyeceksiniz, "Acaba doğru mu düşünüyorum" diyeceksiniz. Tabii zahmetli bir süreç. Hoşunuza giden bir kalıp fikre saplanırsınız, onu benimsersiniz ve her defasında tekrar ederek rahat edersiniz!
Obama’nın seçilmeden önce bazı beyanlarının Türkiye’ye kaygı verecek nitelikte olduğu doğrudur. Örneğin, Afganistan’a NATO müttefiklerinin daha fazla asker göndermelerini isteyeceğini söylemiştir. Ama her istediğine evet demek mecburiyetinde değiliz.
PKK terörüne karşı çok çetin bir mücadele veren bir ülkenin Afganistan’a ek kuvvet talebini kabul etmemesinden daha doğal bir şey olamaz.
Obama, Kıbrıs’taki Türk kuvvetlerini de "işgal kuvvetleri" olarak nitelendirdi, fakat Kıbrıs meselesinin çözümü için ileri sürdüğü kıstaslar KKTC ile birlikte benimsediğimiz kıstaslardan pek farklı değil.
Kaldı ki Kıbrıs’ta Türk ve Rum liderleri arasında cereyan eden müzakerelerin bir çözümle sonuçlanmayacağını hepimiz biliyoruz. Obama’da bizi en çok rahatsız eden, "Ermeni soykırımı" iddiasına yer veren bir Temsilciler Meclisi kararını destekleyeceği yolundaki ifadesidir.
Bunun bir seçim vadinden ibaret olup olmadığını zaman gösterecektir. Ancak ABD başkanlarının zaten her yıl 24 Nisan’da, "soykırım" kelimesini kullanmamakla birlikte çok ağır ifadeler içeren, 1.5 milyon Ermeni’nin katledildiğini ve bunun bütün insanlık için unutulmaması gereken bir trajedi olduğunu vurgulayan mesajlar yayınladıkları unutulmamalıdır.
Temsilciler Meclisi’nin Ermeni iddialarını benimseyen bir kararını önlemek için elimizden geleni yapalım, fakat bunu ilişkilerin temel sorunu haline getirmenin menfaatlerimize uygun düşmeyeceğini de hatırda tutalım.
Diğer taraftan, aleyhimize bir gelişmeyi önlemenin en iyi yolunun Cumhurbaşkanımızın inisiyatifi ile Türk-Ermeni ilişkilerinde yaratılan yeni ortamı somut bir içerikle tamamlamak, güçlendirmek olduğu bilinciyle hareket edelim.
* * *
Obama, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını destekler mi? Böyle bir devlet, Irak’ın parçalanması, güneyde bir Şii devletin ortaya çıkması ve İran’ın Körfez bölgesinde nüfuzunun tehlikeli ölçüde artması sonucunu doğurur. ABD bunu niye istesin?
Değerlendirmelerimizi akılcılıkla yaparsak politikalarımız o oranda isabetli olur.