TÜRKİYE’de nükleer santrallar kurulması yeniden gündeme gelince, nükleer enerji taraftarları ve karşıtları arasındaki tartışmalar da canlandı.
Ve çok kere olduğu gibi zaman zaman sorunun akılcılık ve gerçekçilik zemininde irdelenmesini güçleştiren abartılı yaklaşımlar sergilenmeye başlandı. Oysa meselenin Türkiye’yi de aşan ve dünyanın istikbalini etkileyecek küresel bir boyutu var. Önümüzdeki onyıllarda nüfusu ve ekonomisi büyüyecek gelişme yolundaki ülkelerde enerji tüketiminin birkaç misli artması ile petrol ve gaz gibi fosil yakıt kaynaklarının gittikçe yetersiz kalması kaçınılmaz olacak. Güneş, rüzgár ve jeotermal gibi yenilenebilir kaynaklardan sağlanacak enerjinin ise çok kısıtlı miktarlarda kalacağı kanaati yaygın. Tabii işin çevre yönü de son derece önemli. Bugün dünyanın ısınmasının ve ekolojik dengelerin bozulmasının başlıca nedeni fosil yakıtların karbon emisyonudur.
***
Halen nükleer santrallar dünya elektrik üretiminin %16’sını sağlıyor. Uzun yıllardan beri bu oran sabit, çünkü gelişmiş ülkelerde yeni santrallar inşa edilmiyorsa da mevcut santralların verimliliği artıyor. Halen Fransa’da elektrik üretiminin %78’ini, Belçika’da %55’ini, Almanya’da %28’ini, ABD’de % 20’sini nükleer santrallar karşılıyor. Nükleer enerjiden daha fazla yararlanmak isteyen gelişme yolundaki ülkelerde 27 santral inşa halinde. Buna karşılık Belçika, Holllanda, Almanya ve İsveç nükleer santrallarını tedricen devre dışı bırakmak kararını aldılar.
***
Nükleer enerji açısından dönüm noktasını 1986’daki Çernobil faciası oluşturdu. O tarihten beri hukuken bağlayıcı uluslararası sözleşmelerle güvenlik standartları yükseltildi. Aynı zamanda nükleer atıkların tehlike yaratmasını önleyecek teknikler geliştirildi. ’Jeolojik’ depolar sayesinde zararlı radyasyonların şiddetli depremlerde bile toprağın yüzeyine ulaşmasının önlenebileceği ileri sürülüyor.
***
Türkiye’yi çevreleyen ülkelerin çoğunda nükleer santrallar bulunduğu da unutulmamalıdır. Rusya elekrik üretiminin %17’sini nükleer enerjiden elde ediyor. Ermenistan’da bir, Bulgaristan’da iki, Ukrayna’da üç, Romanya’da bir çalışan reaktör mevcut. İran’da bir reaktör inşa halinde, üç tane daha planlanmış bulunuyor. Demek oluyor ki nükleer santrallar kurmasa bile bu ülkelerde vuku bulabilecek kazalardan Türkiye etkilenecek, tıpkı Çernobil kazasında olduğu gibi.
***
Türkiye’nin petrol ve gazı yok. Kömür de ithal ediliyor. Hidrolik santralların verimliliği ise hava koşullarına bağlı. Nükleer santralların kurulması pahalı, fakat işletme masrafları nispeten düşük. Uranyum ve torium gibi nükleer yakıtların sağlanması zor değil. Nükleer santralların karbon emisyonu hemen hemen hiç yok. Diğer taraftan Türkiye nükleer bilim ve teknoloji alanında diğer ülkelere nazaran bir hayli geride kaldı. Ülkenin jeopolitik konumu ve ekonomik potansiyeli ile bağdaşmayan bir durum. Komşularımız nükleer silah teknolojisi geliştirirken bizim de hiç değilse barışçı nükleer teknolojiye sahip olmamızda yarar var. Nükleer teknolojinin elektik üretimi yanında birçok yan işlevleri olduğu da gözardı edilemez. Türkiye’nin nükleer enerji seçeneğini ihmal etmesinin sonuçları kapsamlı bir şekilde tartışılmalı ve kamuoyuna anlatılmalıdır.