İlter Türkmen: Ne kazandık, ne kaybettik

İlter TÜRKMEN
Haberin Devamı

Helsinki Zirvesi sonuç belgesinin Kıbrıs ve sınır anlaşmazlıklarının çözümü ile ilgili paragrafları konusunda bol bol mürekkep akıtılıyor ve dil dökülüyor. Bunlar Türkiye için bir zafer mi, bir hezimet mi? Ne biri, ne öteki, fakat öyle anlaşılıyor ki 10 Aralık'ta sonuç belgesi hükümetin eline ulaştığında, adaylığın reddine ramak kalmış. Sınırlı Kabine toplantısında ve Bakanlar Kurulu'nda profesyonel diplomasiyi bilen, tarihi sorumluluk duygusuna sahip ve sağduyuyu yansıtan bir ses yükselmemiş olsaydı, Türkiye'nin 21'inci asırda önünü açacak emsalsiz bir fırsat kaçırılmış olacaktı.

*

Sonuç belgesinde Kıbrıs ile ilgili kısmın niye bazılarını galeyana getirdiğini anlamak zor. Gerçekleri görmeliyiz. Helsinki'den önce özellikle dört ülke, sorun çözümlenmeden Kıbrıs'ın AB'ye üye kabul edilmesine karşı çıkıyorlardı. Fakat 1997'den sonraki Türk ve KKTC tutumunu uzlaşmaz olarak algıladılar ve İstanbul'daki AGİT zirvesinde yaptıkları görüşmelerde herhangi bir esneklik işareti bulamadılar. New York'ta da olumlu bir gelişme olmayınca Atina'nın baskısı ile Helsinki sonuç belgesinin 9'uncu paragrafı ortaya çıktı. Çözüm koşulunun tamamen ortadan kalkmasını isteyen Yunan Hükümeti ancak bir ölçüde tatmin edildi. Söz konusu hüküm çözümün adaylığı kolaylaştıracağını vurguluyor, zaten başlamış olan katılma müzakereleri sona erinceye kadar bir çözüme varılmaması halinde çözümsüzlüğün üyeliğe engel oluşturmayacağını belirtiyor, buna karşın üyeliği otomatik hale getirmiyor. Konsey, o aşamada, ilgili bütün unsurları gözönünde bulundurarak karar verecek. Demek ki Konsey, bir değerlendirme yaparak çözümsüzlüğün hangi nedenlerden kaynaklandığını saptamaya çalışacak. Türk tarafı açıkça sorumlu görülürse üyeliğin gecikmeden onaylanması eğilimi ağır basacak. Aksine Rum tarafının uzlaşmazlığı yüzünden çözüme varılamadığı kanaatine varılırsa, üyelik geciktirebilecek.

*

Peki, bu durumda Simitis niye zafer ilan ederek Atina'ya döndü? Nedeni basit: Helsinki'den sonra Türk tarafının opsiyonları daralıyor. Ya Birleşmiş Milletler parametreleri çerçevesinde bir müzakere zemini kabul edecek veya bugünkü tutumunda devam ederse çözümsüzlüğün vebali ona yüklenecek ve Güney Kıbrıs 2-3 yıl sonra AB'ye üye olacak. Simitis için fena bir netice değil.

*

Oyunu tersine çevirmek bizim elimizde. Verilecek fazla bir ödün de yok. Ne istiyoruz? İki taraf arasında statü eşitliği ve KKTC'nin kuzeydeki egemenliğinin bir şekilde kabullenilmesi. Aranırsa bir formül bulunabilir. Bugün Kıbrıs'taki hukuki statü bir ateşkesten ibaret. İki tarafı Ada'nın bir ucundan öbürüne kadar uzanan bir Yeşil Hat bölgesi ayırıyor. Denktaş ve Klerides BM'lerin nezaretinde bu bölgede buluşabilirler. Denktaş Cumhurbaşkanlığı forsunu taşıyan otosu ile gelir ve toplantının sonunda yine KKTC'ye döner. Klerides de aynı şekilde hareket edince bir eşitlik simgesi oluşur.

*

Türk tarafının ikinci talebi müzakerelerin konfederasyon temeline oturtulmasıdır. Bunun için de, ne federasyon ve de konfederasyon demeden bir görüşme zemini araştırılabilir. Amerikalıların ‘‘constructive ambiguity’’ (yapıcı muğlaklık) dedikleri yöntem yabana atılmamalı.

*

Bunlar köşemde aklıma gelen bazı çıkış yolları. Diplomaside çareler tükenmez. Dışişleri Bakanlığı'ndaki uzmanlar daha ne formüller üretebilirler. Bütün mesele şu: Çözüm istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Resmi demeçlere bakılırsa istediğimiz izlenimini almak o kadar kolay değil. AB'ye üyelik yolunda umarım yine zamanında cesaretle karar alınamadığı için hüsrana uğramayız.

Yazarın Tüm Yazıları