GEÇEN hafta Bükreş’te yapılan NATO zirve toplantısı, Rusya ile ilişkiler, ittifakın genişlemesi, AB-NATO denklemi, füze savunması, Kosova ve Afganistan gibi çok önemli konuları ele aldı.
Bu konuların, güvenliği ve ittifak içindeki konumu bakımından Türkiye’yi çok yakından ilgilendirdiği kuşkusuzdur. Ne var ki, yine içimize kapandığımız bir devre geçirdiğimizden Bükreş zirvesi hakkında resmi kanallardan kapsamlı bir değerlendirme gelmiş değildir.
Kamu diplomasisini ihmal etmemizin hayali algılamalara ve ideolojik yorumlara yol açarak dış politikamızın esnekliğini çok ciddi ölçüde engellediğini, sorunlarımıza çözüm arayışlarını bloke ettiğini bakalım ne zaman idrak edeceğiz.
* * *
Bükreş’te, genişleme bağlamında, Hırvatistan ve Arnavutluk’un üyelik süreçleri başlatıldı, Makedonya hakkında Yunanistan’ın isim saplantısı yüzünden karar verilemedi. Başkan Bush’un bütün ısrarlarına rağmen, Rusya’yı tahrik etmek istemeyen Almanya ve Fransa’nın tutumları yüzünden Ukrayna ve Gürcistan "Üyelik Eylem Planı" uygulaması kapsamına alınamadılar.
Toplantı bildirisinde bu ülkelerin NATO’ya katılmaları konusunda ittifakın kararlılığı vurgulanmakla yetinildi.
Bükreş’te zirveden sonra yapılan NATO-Rusya Konseyi toplantısında genişlemeye şiddetle muhalefet eden Putin, "NATO kime karşı" diye sormuş? Economist Dergisi buna doğrudan şu cevabı veriyor: "Rusya’ya karşı." Yanlış bir cevap sayılmaz.
Soğuk Savaş sonrasında NATO, terörizm ve kitle imha silahlarının yayılmasına karşı mücadeleyi başlıca hedefi olarak saptamışsa da, NATO’nun stratejik amacının Rusya’nın açık veya gizli ihtiraslarını da frenlemek olduğu yadsınamaz.
Rusya bugün Sovyet devrinde gerçekleştirdiği hegemonyanın nostaljisinden tamamen kurtulamamış, enerji politikasının da gösterdiği gibi emperyal dürtülerini sık sık sergileyen, otoriter bir devlettir. Özellikle Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya katılmalarını hazmedebileceğe benzemiyor.
Düşünün ki bu iki ülke NATO üyesi olurlarsa, Rusya Karadeniz’de kendisini NATO ülkeleriyle çevrilmiş bulacak. Her nedense bazı statejistlerimiz bunu Türkiye bakımından da çok lehte yorumlamıyorlar. Anlaşılır gibi değil. Soğuk Savaş devrinde Türkiye, Karadeniz’i hepsi komünist olan ülkelerle paylaşırken daha mı iyi idi?
Rusya’nın, tarihi politikasından vazgeçmemekle birlikte, Putin yönetiminde çok pragmatik bir yaklaşım içinde olduğunu belirtmek gerekir. Putin, Başkan Bush ile şahsi dostluk ilişkileri kurabildiği gibi, örneğin Afganistan’daki NATO gücünün ikmali için Rusya topraklarının kullanılmasını kabul ediyor.
Bükreş’ten sonra iki başkan Soçi’de buluştuklarında, özellikle füze savunması konusundaki görüş ayrılıklarını aşamadılar, fakat aralarındaki diyaloğun devamını sağlayacak bir çerçeve anlaşması imzaladılar.
NATO zirvesinde, Rusya’ya rağmen, ADB’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde füze savunması tesisleri kurmak politikası da onandı. NATO ayrıca bütün müttefik ülkeleri kapsamına alacak bir füze savunma sistemi geliştirecek. Böyle bir sisteme Türkiye’nin de ihtiyaç duyduğu aşikárdır.
* * *
NATO bildirisinde transatlantik işbirliği ve dayanışmaya da kuvvetli vurgu var. Fransa, bir yandan Avrupa Birliği’nin kendi savunma yapılanmasını ve politikasını güçlendirmesini, hatta ayrı bir AB Komutanlığı ihdas etmesini önerirken, diğer yandan Afganistan’a Taliban ile savaşacak ek asker gönderiyor ve NATO’nun askeri kanadına dönmeye hazırlanıyor.
Buna karşılık ABD, bağımsız bir AB savunma sistemine muhalefetine son veriyor. NATO gittikçe bir ABD-AB ortaklığı haline gelecekse bizim de AB ve NATO politikalarımızı bu gelişmeye uydurmamız gerekecektir.
Şimdiye kadar AB üyeliğimize pek güvenlik ve savunma açısından bakmıyorduk, bu görüş açısını artık yeni bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız.