TÜRKİYE’de son yıllarda gittikçe daha fazla ve daha etkin şekilde sesini duyuran milliyetçilik dalgasının gerçek siyasi güç olarak ne ifade ettiği konusunda değişik fikirler var.
Bazılarına göre bu dalga artık en yüksek noktasına erişmiştir, bundan sonra zayıflayacaktır, bugün seçim olsa milliyetçilik cereyanını temsil eden partilerin geçen seçimlere nazaran çok daha fazla oy almaları beklenemez. Bu görüş büyük olasılıkla doğrudur. Fakat aşırı sağdan ve aşırı soldan beslenen, hatta dini bağnazlıkla da bazı alanlarda örtüşen radikal ve çatışmacı milliyetçiliğin gücünü sırf seçim potansiyeli açısından ölçmek hatalı sonuçlara götürür.
***
Milliyetçilik cereyanı, bugün, toplumun bir ölçüde eğitim sisteminden de kaynaklanan kalıp fikirlere yatkınlığından yararlanarak, negatif bir model yaratmıştır. Sadece ABD’ye değil, fakat aynı zamanda bütün Batı’ya karşı kuşku ve husumet duyan, AB üyeliğini reddeden, içine kapanık, ekonomide devletçi ve otarşik, yabancı düşmanlığını ve hatta antisemitizmi benimseyen, dış politikasına rasyonel milli çıkar algılamalarına göre değil, fakat vehimlerin etkisi altında yön veren bir Türkiye modeli. Bu modelin uygulanması ihtimali olmasa bile, hükümet politikalarını engellemekten bugün bile geri kalmadığını gözlemliyoruz.
***
Türkiye’de en fazla okunan kitaplar, en fazla izlenen televizyon dizileri ve seyirci rekoru kıran filmler kamuoyunu mu etkiliyorlar, yoksa zaten mevcut bir ruh halini mi yansıtıyorlar? Galiba her ikisi de var. Alın "Kurtlar Vadisi Irak" filmini. Siyasi mesajından soyutlanırsa başarılı bir Rambo filmi. Fakat heyecanla alkışlanan politik temasında Türk ve Müslüman olmayanlara karşı nefret, bol bol da kendine tapınma var. Milliyetçi hareketin ideologlarının geniş ölçüde dezenformasyona başvurduklarını da biliyoruz. Örneğin rahatlıkla Türkiye topraklarının %10’unun yabancılara satıldığını iddia edebiliyorlar ve arkasından bu toprakların gerekirse kanla geri alınması çağrısını yapıyorlar. Gelin görün ki şimdiye kadar yabancılara satılan gayrimenkullerin kapsadığı alan Türkiye’nin yüzölçümünün ancak %0,035’i. Aynı ideologlar AB üyeliğine karşı cephe alırken AB’nin Türkiye’ye Sevr Antlaşması'nı dayatmak amacını güttüğünü ileri sürebiliyorlar. Bu iddia Atatürk’e büyük haksızlıktır, onun Sevr’i ebeddiyen gömdüğünü kabul etmemektir. Türkiye’nin gücünü küçümsemektir.
Tabii bazı ancak gülümseme ile karşılanabilecek korku senaryoları da üretiliyor, Pontus’un yeniden kurulması gibi. Bu iş nasıl başarılacak, izah eden yok. 20 yılda 8.000 Türk’ün Protestan olmasını bir milli güvenlik tehdidi şeklinde görmek de marazi bir saplantıdan başka ne olabilir.
***
Milliyetçilik, vatanseverlik ile özdeşleştirildiği için kutsallaştırılabiliyor. Oysa ikisi arasında fark var. Vatanseverlik çatışmacı değildir. Ülkesine bağlılıktır, onu yüceltmek ve onu savunmak amacına yöneliktir. Milliyetçilik ise kolaylıkla ifrada, şovenizme ve saldırganlığa dönüşen bir cereyandır. Irkçı milliyetçilik sayısız savaşlara ve katliamlara neden olmuştur. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand boşuna "milliyetçilik savaştır" dememişti. Albert Einstein’ın söylediği de yanlış değil: "Milliyetçilik bir çocuk hastalığıdır. İnsanlığın kızamığıdır." Atatürk bize dünyaya açık olgun bir vatanseverlik aşılamak istedi. Hırçın ve inzivacı bir milliyetçilik değil. Bunu unutmayalım.