Paylaş
ORTADOĞU'da uluslararası toplumun kuvvetli politik ve ekonomik desteği ile 1993'te başlatılan barış süreci tamamen rayından çıkmış durumda. Bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını da içeren bir nihai çözümden artık söz edilmiyor. Aylardan beri devam eden ve yüzlerce insanın ölümüne neden olan karşılıklı şiddet, bir savaş niteliğine büründü. Filistin yönetimi altındaki Gazze'ye İsrail tankları girip çıktı. İsrail gittikçe Filistinlileri tecrit ediyor ve ekonomilerini çökertiyor. Filistinliler arasında umutsuzluk ve şiddet eğilimi artarken İsrail şiddetten sorumlu tuttuğu Filistinlileri katletmek ve mülteci kamplarındaki evleri yıkmak dahil, en acımasız önlemlere başvuruyor.
***
Bu dramatik gelişmeler cereyan ederken eski ABD Başkanı Clinton'ın geçen yıl taraflara sunduğu önerileri reddetmekle Yaser Arafat'ın tarihi bir yanılgıya düştüğü görüşüne katılmamak mümkün değil. Kaderi çizen çok kere zeká ve yetenek değil, fakat karakterdir. Arafat bunu doğruladı. Büyük bir vatansever, parlak bir taktisyen, cesur bir insan, usta bir politikacı olmakla beraber, karar aşamasında zayıf. Son dakikaya kadar manipülasyon peşinde. Stratejik bir vizyonu hiçbir zaman geliştiremedi ve bütün yaşamınca en kritik anlarda hesap hataları yaptı. Genellikle yanlış ata oynadı. 1970'lerin başında İsrail'e karşı operasyonlarını yürütmek amacıyla üslendiği Ürdün'den uzaklaştırıldı, daha sonra Lübnan'da aynı akıbete uğradı ve Tunus'a sığınmak mecburiyetinde kaldı. Moskova'ya o kadar bel bağlamıştı ki, Sovyetler Birliği'nin çöküşüne inanmakta zorluk çekti. Körfez Savaşı'nda hayatının belki en büyük hatasını yaparak Saddam Hüseyin'i destekledi ve bu yüzden Körfez ülkelerinin parasal desteğini kaybetti, haysiyet kırıcı muamelelere maruz kaldı.
***
Arafat için Oslo barış süreci işte o zaman tek seçeneği oluşturdu. Bu sürecin öngördüğü geçiş dönemi inişli çıkışlı bir seyir takip ederken, Filistin yönetimini kendi otoriter siyasi kültürüne göre yapılandırdı. Kimseye fazla yetki tanımadı, alternatif bir lider çıkmasına müsaade etmedi, istihbarat ve iç güvenlik hizmetlerine ağırlık verdi, uluslararası toplumun özellikle Avrupa Birliği'nin oldukça dolgun yardımlarını her zaman iyi kullanamadı, bazı ülkelerden, bu arada Türkiye'den örtülü ödenek niteliğinde yardım sağladı. Nihai çözüm müzakerelerinin son aşamasında gereken kararlılığı gösteremedi. Clinton'ın önerilerine göre Gazze'de ve Batı Yakası'nın % 90'ında bağımsız bir Filistin devleti kurulacak, Kudüs'ün bir kısmı Filistinlilere ait olacak, yurtlarına dönemeyen Filistinli mültecilere tazminat ödenecekti. Bu ideal bir çözüm değildi, fakat tarihin saati geri çevrilemeyeceğine göre, mümkün olanın en iyisi idi. Bu kadar kan dökülmesini ve ıstırap çekilmesini önleyebilecekti.
***
Barış umudu kaybolurken Ariel Şaron'un İsrail'de başbakanlığa gelmesi tarihin bir başka cilvesi. Asker kökenli Şaron, İsrail'in en şahin politikacısı. Başlıca kaygısı İsrail'in mutlak güvenliği ve bu uğurda her şeyi göze almaya hazır. Onun da geçmişi bugünkü politik çizgisine ve dürtülerine ışık tutuyor. 1967 savaşında Filistinlilere karşı sert önlemleri ile dikkati çekmişti. 1982'de İsrail, Lübnan'ı işgal ettiğinde Savunma Bakanı idi. Sabra ve Şatila mülteci kamplarındaki katliamlarda suçu bulunduğuna bizzat bir İsrail mahkemesi karar verdi. Fakat politikaya yeniden dönmeyi başardı. Yerleşim merkezlerinin Filistinlilere ait topraklarda çoğalmasının şampiyonluğunu yaptı. Geçen yıl eylül ayında Harem-i Şerif'e yaptığı ziyaret, şiddet tırmanmasını tetikledi.
***
Evet, İsrail ve Filistin liderleri, gıyaben de olsa eskiden beri birbirlerini tanıyan ve yaşlanmış, eski zihniyetlerinden kurtulamayan kimseler. Biri barışı özlüyor, fakat bir türlü gerçekleri kavrayamıyor. Diğeri barış kültürüne bir hayli uzak. Milletlerin mukadderatlarının liderlerine ne kadar bağlı olduğunu gösteren bir başka örnek. Şu anda yapabilecekleri en iyi hizmet, bir an önce şiddeti frenlemek.
Paylaş