Lübnan krizinin bölgesel boyutu

LÜBNAN krizi yalnızca İsrail ile Hizbullah arasında bir mücadeleden ibaret değil. 25 Temmuz’da yayımlanan yazımda Suriye unsuruna değinmiştim. Fakat Suriye’nin rolünden de daha önemli olan İran’ın rolüdür.

BM Güvenlik Konseyi, Eylül 2004’te kabul ettiği 1559 sayılı kararda, Lübnan’daki yabancı kuvvetlerin çekilmesini, Lübnan hükümetinin otoritesinin bütün ülkeye teşmilini ve bütün Lübnanlı ve yabancı milislerin silahsızlandırılmasını ve dağıtılmasını talep etmişti. Suriye bu kararı ilk önce uygulamadı, fakat Şubat 2005’te eski Lübnan Başbakanı Hairiri’nin öldürülmesinden sonra kuvvetlerini çekmek mecburiyetinde kaldı. Bu çekilme Lübnan’daki bütün siyasi nüfuzunu kaybettiği veya Hüzbullah’a destek politikasına son verdiği anlamına gelmiyordu. İran ise Hizbullah’a yıllık mali yardımını sürdürdü.

* * *

İsrail’in operasyonları başlattığı tarihte Hizbullah’ın elinde bulunan 13.000 füzenin en büyük kısmını İran sağlamıştı. Hizbullah milisleri ile işbirliği yapan önemli sayıda İranlı"Devrim Muhafızı" Güney Lübnan’da konuşlanmış bulunuyor. Daha uzun menzilli Çin yapısı füzelerin bu İranlı milislerin elinde olduğu tahmin ediliyor. Hizbullah’ın İsrail’e saldırısının, nükleer programına ilişkin AB önerilerine İran’ın cevap vermesi için saptanan son tarihe rastgelmesi de, hiç değilse bazı çevrelerde, tetiği Tahran’ın çektiği kuşkusunu uyandırdı.

* * *

Roma toplantısında derhal ateşkes konusunda bir oydaşma olmaması, savaşın daha bir müddet süreceğini gösteriyor. Nitekim İsrail bu durumu operasyonları sürdürmesi için kendisine yeşil ışık yakıldığı şeklinde yorumlamaktan geri kalmadı. Çokuluslu bir gücün BM Güvenlik Konseyi’nin vereceği yetkiye dayanılarak kurulması konusunda ise bir prensip anlaşmasına varıldı, fakat bu gücün fiilen BM mi, NATO mu, yoksa AB tarafından mı yöneltileceği, görevinin nasıl tarif edileceği henüz belli değil. Fransa bir NATO gücüne tabii itiraz ediyor. Haksız da değil. NATO’ya bağlı bir güç daha da fazla bir işgal gücü olarak algılanır ve daha çok tepki çeker.

* * *

Türkiye’ye gelince, çok uluslu bir güce prensipte katılabileceğimizi Dışişleri Bakanı ifade etti. Her ne kadar Lübnan’a asker gönderilmesine taraftar değilsem de, bu aşamada Abdullah Gül’ün tutumunu isabetsiz bulmuyorum. Peşinen katılmayacağımızı bildirmek doğru olmazdı. Nasıl olsa asıl değerlendirme BM Güvenlik Konseyi’nin alacağı karar, kuvvetin görevi, teşekkül tarzı, Lübnan’da bundan sonraki gelişmeler ışığında yapılacak. Ne var ki çok uluslu bir gücün karşılaşacağı zorluklar şimdiden bilinmektedir. Bu gücün görevi Hizbullah milislerinin tasfiyesinde Lübnan ordusuna yardım etmek olacak. Lübnan ordusunun böyle bir görevi başarıyla yürütebilmesi ise çok zor, çünkü mensuplarının büyük bir kısmı Şii ve büyük olasılıkla Hizbullah sempatizanı.

* * *

Türkiye’nin kuvvet göndermesi konusunda ise ek güçlükler var. Lübnan’daki mücadele kaçınılmaz olarak Suriye ve İran’a karşı dolaylı bir mücadele olacak. Bu iki ülke ile ilişkilerimize AKP hükümetinin atfettiği aşırı değer kararı etkilemeyecek mi? Başbakan’ın sandıktan çıkmış olanları köktendinci bile olsalar meşru sayma eğilimi ile seçilmiş olan Hizbullah partisine bağlı milislerin tasfiyesi nasıl bağdaşacak? İran ve Suriye, uluslararası gücü zayıflatmak amacıyla, Türk birliklerine karşı, Türkiye’yi bu birlikleri geri çekmeye zorlayacak saldırıları gizlice teşvik etmeyecekler mi? Lübnan’a asker gönderilmesi Kuzey Irak önceliği ile çelişkili olur mu? Karar alınırken bütün bu sorulara cevap aramak zannedersem yararlı olur.
Yazarın Tüm Yazıları