KOSOVA’nın bağımsızlığını ilan etmesi beklenirken, bu gelişmenin bir emsal oluşturarak KKTC’nin de uluslararası alanda tanınmasına yol açabilecek bir süreci tetiklemesi ihtimali gündeme geldi. Rusya, Kosova’nın bağımsızlığı tanınırsa KKTC’yi de tanımak gerekeceğini ileri sürdü.
Amacı tabii KKTC’nin tanınması değil, Kosova’nın bağımsızlığının tanınmasını önlemek. Güney Kıbrıs da, tahmin edilebileceği gibi Kosova’nın bağımsızlığına şiddetle karşı. Yunanistan da onu destekliyor.
Halen gerek KKTC, gerek Türkiye, yarın Güney Kıbrıs’ta yapılacak başkanlık seçiminin sonucuna da bağlı olarak, BM Genel Sekreteri’nin müzakere sürecini, yeniden başlatmasını desteklemek politikasını güdüyorlar. Fakat şartlar bugün 2002-2004 yıllarından çok farklı.
İki tarafın da kabul edebileceği bir çözüm formülü bulmak daha da zor. Kaldı ki Kıbrıs’taki çözümsüzlük bugün Kıbrıslı Türklerini fazla rahatsız etmiyor. AB’nin direkt ticaret sürecini başlatmamış olmasının dahi ekonomiyi etkilediği söylenemez.
KKTC ekonomisi, 2004’ten beri süratle büyüyor. Aslen Kıbrıslı olan KKTC vatandaşları artık AB vatandaşı sayılıyorlar ve bu statünün küçümsenemez imtiyazlarından faydalanıyorlar. Ayrıca Güney’den ihracat yapmak, orada iş bulmak ve Güney’deki hastanelerde tedavi görmek imkánına sahipler.
Türk kuvvetlerinin Ada’daki mevcudiyeti de güvenlikleri bakımından en sağlam bir garanti sağlıyor. Kıbrıs Türklerinin çözümsüzlükten ve statükonun devamından şikáyetleri yok. Hatta 2004’te lehinde oy verdikleri Annan Planı tekrar hiç değişmeden yine referanduma sunulursa büyük olasılıkla bu defa aleyhte oy verirler.
Peki problem nerede? Problem artık Türkiye için; çünkü Kıbrıs’ta çözümsüzlük onun AB sürecinde ilerleme kaydetmesine en büyük engellerden biri.
* * *
Peki, KKTC’nin uluslararası alanda statüsü nasıl değişebilir? Dünyanın en saygın düşünce kuruluşlarından Uluslararası Kriz Grubu (UKG) son raporunda KKTC’nin Tayvan’laşmasından söz etti. Bu formül, KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını ve BM üyeliğine kabulünü içermiyor.
Öngördüğü, özellikle ekonomik alanda, Güney Kıbrıs’tan tamamen bağımsız olarak KKTC ile ilişkiler kurulabilmesidir. İyi de Tayvan’ın eskiden bütün Çin’i temsil ettiği devirden artakalan ayrıcalıklarının, örneğin hava limanlarının uluslararası ulaşıma açık olmasının KKTC için nasıl elde edilebileceği belli değil.
UKG’nin formülünün ötesinde KKTC’nin tamamen egemen bir devlet olarak tanınmasını beklemek gerçekçi sayılamaz; çünkü AB ülkelerinin çoğu buna mutlaka karşı gelir.
Kuzey Kıbrıs’ın AB ile entegrasyonunu öngörmeyen bir bölünme formülünün Ada Türkleri için AB vatandaşlığı statüsünün kaybıyla sonuçlanmasının KKTC’de olumlu karşılanacağı da çok şüphelidir.
* * *
Türkiye açısından Kıbrıs açmazı, AB üyelik sürecini iki yönden etkiliyor. Gümrük Birliği Protokolü, Güney Kıbrıs’a teşmil edilmedikçe sekiz önemli başlık açılamayacak ve dolayısıyla süreç bitmeyecektir. Müzakere süreci bitse de Kıbrıs meselesi çözümlenmeden veya çözümü için gereken koşullar yaratılmadan AB üyeliği gerçekleşemez.
UKG raporunda, Türkiye’nin limanlarını Güney Kıbrıs uçaklarına ve gemilerine açmasını, Türkiye’nin "sivil ve askeri liderleri"nin iki toplumlu ve iki bölgeli bir çözümü desteklemelerini ve çözümden sonra Ada’daki bütün Türk kuvvetlerin çekilmesini taahhüt etmelerini öneriyor. Mümkün mü?
Orta vadede yapılabilecek tek şey, KKTC’nin izolasyonuna son verilmesi amacına yönelik "eylem planı"ndaki talepleri asgariye indirerek veya bunlardan gerekirse tamamen sarfınazar ederek limanları açmaktır.
Bu kuşkusuz pozisyonumuzda bir gerileme olur, fakat AB sürecini canlandıracak ve başka ülkelerin direnişlerini zayıflatacak bir hamle teşkil eder.
İlerlemek için bazen gerilemek iyi bir taktiktir. Fakat Türkiye’nin bugünkü çalkantılı ortamında realist bir vizyon, kendine tam güven ve muazzam politik cesaret gerektirir.