KKTC hata mıydı?

BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Kıbrıslı taraflara sunduğu öneriler üzerinde yapılan yoğun tartışmalar çerçevesinde 1983'te KKTC'nin kurulmuş olmasının bazı çevrelerde eleştirildiği de anlaşılıyor.

İleri sürülen sav, aşağı yukarı şöyle: Bağımsızlık Kuzey Kıbrıs'ta yepyeni bir ortam yarattı, geri dönüşü olamayan bir süreç olarak algılandı, milli egemenlik duygusunu perçinledi, beklentileri çözümden Türkiye ile bütünleşmeye çevirdi. KKTC'nin kurulmasını destekleyenlerin şimdi Annan'ın önerilerine sıcak bakmaları aslında bir çelişkidir. Kuzey Kıbrıs 1983'ten önce olduğu gibi, ‘‘Kıbrıs Türk Federe Devleti’’ (KTFD) olarak kalsaydı çözüm daha kolay olurdu.

* * *

Kuzey Kıbrıs'ın bağımsızlığını desteklemiş olan hükümette, Dışişleri Bakanı olduğumdan konu üzerinde biraz durmak istiyorum. İlk önce şunu belirteyim ki, yapılan eleştirinin mantıki bir tarafı olduğunu peşinen reddedemem. Ne var ki zamanın koşulları göz önünde tutulmadan ve bağımsızlığın çeşitli açılardan sonuçları irdelenmeden geçerli bir değer yargısına varmak zordur. 1983'te Türkiye ve KTFD ciddi güçlüklerle karşı karşıya kalmışlardı. Türk tarafının özlü toprak ayarlamalarını da içeren çözüm önerilerini sistematik şekilde reddeden Rum tarafı, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndan tamamen kendi görüşlerini yansıtan bir karar çıkartmayı başarmıştı. Kıbrıs Türkleri'nde toplumsal çöküntü emareleri belirmişti. O tarihte bizi endişeye sevk eden bir başka nokta daha vardı. Görev süresi bitince Denktaş'ın yeniden seçilmesine KTFD Anayasası imkán vermiyordu. Denktaş'ın müstesna liderlik yeteneklerinden kader mücadelelerinin en kritik anında Kıbrıs Türklerini mahrum bırakmak basiretsizlik olurdu. Bunun dışında bağımsızlığın Türk tarafının müzakere kozlarını artıracağını da düşünüyorduk. Esasen müzakere pozisyonunda değişiklik yapılmamıştı. İki bölgeli, iki milli unsurlu, siyasal eşitliğe dayanan bir çözüm amaçlandığı bağımsızlık bildirisinde yer almıştı.

* * *

KKTC'nin kurulması ilk zamanlarda sancılı oldu. Hiç değilse bazı ülkelerin yeni devleti tanımaları yönündeki beklentiler ABD'nin çok sert tepkisi yüzünden gerçekleşmedi. Yeni anayasa, Denktaş'ın tekrar seçilmesine olanak verdiyse de etkin bir yönetimin koşullarını yaratamadı. Fakat buna karşın Türk toplumu çok daha kuvvetli bir kişilik geliştirdi. Kuzey Kıbrıs'ın müzakere sürecindeki ağırlığı arttı. 1985, 1986 ve 1992'de BM genel sekreterlerinin sunduğu öneriler Türk tezlerine her zamandan daha yakındı. O kadar ki Kofi Annan'ın son çözüm paketinin bazı alanlarda bunların gerisinde kaldığı görülüyor.

Geçmiş politikaları bir tarafa bırakarak dikkatimizi bugüne çevirmekte yarar vardır. Unutmamak gerekir ki Kıbrıs'a AB üyeliği perspektifinin açılması eski Kıbrıs denklemini temelinden değiştirmiştir. 12 Aralık'ta yeni bir dönem başlayacaktır. Güney Kıbrıs ya Kofi Annan'ın sunduğu belgeyi Türk tarafı ile birlikte imzalamış olacak, yani kendini taahhüt altına sokarak AB'ye katılmaya davet edilecek veya hiçbir yükümlülük üstlenmeden aynı avantajı sağlayacaktır. Mesele bu kadar basittir. 12 Aralık'a kadar BM paketinin içeriğini geniş ölçüde değiştirmek de son derece zordur. 16 Kasım tarihli yazımda vurguladığım gibi Annan belgesinin karmaşıklığı ve hassas denklemi ancak marjinal ayarlamalara imkán verir. Oysa özellikle Denktaş'ın kapsamlı değişiklikler istediği artık bellidir.

* * *

Paketi 12 Aralık'a kadar Rum tarafı imzalar ve Türk tarafı imzalamazsa ne olur? Güney Kıbrıs'ın bütün adayı temsilen üyelik süreci geri dönülemeyecek şekilde son aşamasına girer. Türkiye hele hükümet demokratikleşme hamlesinde başarılı olursa, yine AB'den bir şekilde müzakere tarihi vaadi alabilir. Ancak uzun sürede, üyelik müzakereleri başlasa bile Kıbrıs meselesi çözümlenmeden, AB'nin kapısı kolay kolay Türkiye'ye açılmaz. Bu süre içinde Güney Kıbrıs palazlanırken Kuzey Kıbrıs halkı hüsrana kapılır, liderlik ile halk arasındaki uçurum daha da derinleşir. Kıbrıs Türklüğü erir. Unutmayalım, ‘‘yönetmek, öngörmektir’’. Umarım dış politikaya gerçekçi ve enerjik atılımlarla başlayan bugünkü siyasi iktidar, taşracı sağ ve sol milliyetçiliğin, kurumsal tereddütlerin ve bürokratik direnmelerin etkisinde kalmadan ilerisini görür ve tutarlı bir uzun vadeli vizyon geliştirebilir.
Yazarın Tüm Yazıları