2003 yılı KKTC için bir dönüm noktasıydı. 2002 Aralığı’ndan sonra o yıl bir fırsatın daha kaçırıldığını hatırlayalım.
Kıbrıs Türklerinin eşit şartlarla katılacağı yeni bir devletin AB’ye üye olması için Mart 2003’te bir fırsat daha yakalanmıştı. O da kaçırıldı ve 21 Nisan’da Güney Kıbrıs bütün Kıbrıs’ı temsilen AB’ye katılım antlaşmasını imzaladı. Bu tarihten sonra Kıbrıs meselesini çevreleyen karmaşık deklemde Güney Kıbrıs’ın eli bir hayli kuvvetlendi. Fakat KKTC, elverişsiz koşullara rağmen, önemli hamleleler yapmayı başardı. 21 Nisan’ı takip eden günlerde Yeşil Hat’tan Kuzey’e geçişlere izin verildi ve Güney Kıbrıs yönetimi ister istemez buna karşılık vererek aslen Kıbrıslı Türklerin Güney’e geçişine müsaade etti. Yeşil Hat’tan Kuzey’e geçen Rumlar ve yabancı turistler KKTC’nin ekonomisine katkıda bulundular. 2003 Aralık ayında ise Millet Meclisi seçimlerinde Annan Planı’na evet demeye taraf olan siyasi partiler oylarını bir ölçüde artırarak iktidara geldiler.
***
24 Nisan 2004 tarihinde Annan Plánı üzerinde yapılan referandumda Kıbrıslı Türkler %65 gibi yüksek bir oranla planda öngörülen çözümü desteklediler. Rumların planı reddetmeleri ise 1 Mayıs 2004’te Güney Kıbrıs’ın diğer 9 ülke ile birlikte AB üyesi olmasını engellemedi, çünkü artık atı alan Üsküdar’ı geçmişti.
Kıbrıslı Türklerin referandumda evet demeleri kuşkusuz Güney Kıbrıs’ın AB’ye girmesini dengelemeye yetecek bir avantaj olamazdı. Yine de kazançları küçümsenemez. ABD’nin ve AB ülkelerinin yaklaşım ve algılamalarında büyük değişiklik görüldü. Yeni KKTC Başbakanı ve Hükümeti geçerli muhatap olarak kabul edildiler. Ne var ki artık AB kulübünün üyesi olan Güney Kıbrıs KKTC’nin izolasyonuna son verilmesi için AB Komisyonu tarafından önerilen tedbirlerin hemen hepsini bloke etmekte güçlük çekmedi. KKTC ile doğrudan ekonomik ilişki kurmak atılımı bir tek ABD’den geldi. Buna rağmen inşaat sektöründeki patlama ve turizm gelirlerinin artması KKTC’de gerçek bir ekonomik canlanma yarattı. Statükoyu KKTC’yi içine kapatarak sürdürme polikasının Kıbrıslı Türklere neler kaybettirdiği her zamandan daha iyi anlaşıldı.
***
Önümüzdeki yıllarda Kıbrıslı Türklerin gündemi çok yüklü ve çetin olacak. Çözüm imkánlarının akılcı ve pro-aktif bir şekilde araştırılması, Güney ile etkileşimin Kıbrıs Türklerinin toplum olarak varlığını zayıflatmaması, ekonominin güçlendirilmesi başlıca hedeflerdir. Çözüm konusunda bugün en büyük engelin Rum tarafından geldiğini artık kimse inkár etmiyor. Mesele hattá Papadopulos’un uzlaşmazlığından ibaret de sayılamaz. Kıbrıslı Rumların önemli bir kısmının Ada’nın bölünmüşlüğünün devamı pahasına da olsa çözümsüzlüğü tercih ettiği izlenimi küçümsenecek ölçüde değil.
***
Bu durumda bir yandan yaratıcı politik inisiyatiflerle çözümü zorlamaya çalışmak, diğer yandan çözümsüzlük sürdürülecekse dünya kamuoyuna kabul ettirilebilecek parametrelerde AB çerçevesinde iki devletli bir modeli tasarlamaya başlamak galiba tek çare olarak gözüküyor. Böyle iki eksenli bir politika yürütülmesinin birinci şartı, KKTC’de, statüko saplantısını aşmış, maziye değil, ileriye bakan ve AB’yi dışlamayan istikrarlı bir hükümetin kurulmasıdır. Millet Meclisi seçimlerinin Nisan’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de etkileyeceğini unutmamak gerekir. KKTC artık Cumhurbaşkanı ile hükûmetin birbirine zıt yaklaşımlar içinde bulunduğu bir ülke olmaktan çıkmalıdır. Çok zor şartlar altında KKTC halkını aynı dava etrafında kenetleyecek bir yönetime ihtiyaç çok büyük.