24 Nisan referandumundan beri KKTC’deki siyasi ortam kaygı uyandırmaktan geri kalmamaktadır. Her şeyden önce politik kilitlenme devam ediyor.
Siyasi dengeler kırılgan. Parlamentoda sağlam bir desteği olan ve uzun süreli bir politika üretebilecek ve uygulayablecek bir hükümet mevcut değil.
Referandumda olumlu oy kullanan Kuzey Kıbrıs’ın izolasyonunun azaltılacağı yolundaki beklentilerin büyük kısmı henüz gerçekleşmedi. Cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki temel politik yaklaşım farkı sık sık sürtüşmelere neden oluyor. Nitekim, Rumların 1-2 Eylül’de ayin yapmalarına izin verilen Güzelyurt’taki Ay Mama Kilisesi’ne karşı 27 Ağustos’ta girişilen bombalı saldırıya Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın tepkileri taban tabana zıt oldu. Başbakan, ‘organize bir eylem’ diye nitelendirdiği saldırıyı şiddetle kınadı. Hatta kışkırtıcıların bilindiğini belirtti.
Kilisedeki ayine başından beri muhalefet eden Denktaş ise saldırıyı kınamakla birlikte onu mazur gösterecek ifadeler kullandı, Rumların Güzelyurt’a gelmelerini tahrik olarak yorumladı.
***
KKTC iyi ve kötü tarafları ile Türkiye modeline göre uyarlanmış bir politik yapıya sahip. Orada da bir derin devlet var, başka bir deyimle hükümet ve parlamentonun bazı kurumlar ve güç odakları üzerinde kontrolü yok. Radikal hareketler önlenemiyor. Referandum ile bir süre yumuşayan siyasi kutuplaşmanın şiddet eylemleriyle yeniden sertleşmesi KKTC’ye zarar verir. Türkiye böyle bir gelişmeyi önlemek için nüfuzunu kullanmalıdır.
Referandumdan sonra KKTC’nin siyasi vizyonunun ne olması gerektiği konusunda da görüşler çok farklı. Annan Planı’nı desteklemiş olanlar kısa vadede kuzeyin izolasyondan kurtulması, orta ve uzun vadede son şekliyle Annan Planı’nın yeni bir referandumla Rumlarca kabul edilmesi amacına yönelik, hiç değilse bu aşamada pek gerçekçi gözükmeyen, bir politikaya bel bağlamış bulunuyorlar.
Denktaş ise, referandumda Rumlar aleyhte oy verdikleri takdirde, KKTC’nin ayrı bir devlet olarak tanınmasını isteyeceği yolunda verdiği sözü Türkiye’nin yerine getirmesinde ısrar ediyor. Mehmet Ali Talat bu politikanın geçersizliğine inandığı gibi tanımayı gündeme taşımanın izolasyona son verme çabalarına zarar vereceği kanaatinde.
Referandumdan önce Türkiye’de bazı hükümet üyelerinin tanıma konusunu ortaya atacaklarını söyledikleri doğrudur. Ancak referandumdan sonra bu sözler tamamen unutuldu. Başka çaresi de yoktu; çünkü ABD’nin, Rusya’nın veya Avrupa ülkelerinden bir tanesinin bile KKTC’yi tanıması olasılığı sıfırdır.
Çok zayıf bir ihtimalle bir iki Müslüman ülke tanımaya razı edilse dahi bunun KKTC’ye hiçbir faydası olmayacaktır. Türkiye’ye en yakın ülke sayılabilecek Azerbaycan, KKTC’nin ayrı bir devlet kimliği kazanmasının Yukarı Karabağ açısından tehlikeli bir emsal teşkil edeceğine inanıyor. BM Güvenlik Konseyi kararlarının tanımaya karşı geldiğini de unutmayalım.
***
Peki tanıma her koşul altında imkánsız mı? Güney Kıbrıs, Nisan 2003’ten önce hukuken AB üyesi değildi. Üye olabilmek için Annan Planı’na evet demeye mahkûmdu. Plan o zaman iki tarafça da kabul edilseydi ve Rumlar öngörülen çözümün uygulanmasını sistematik bir çekilde engelleselerdi, planda mevcut yasağa rağmen, AB çerçevesinde iki ayrı devletten başka çare olmadığı sonucuna varılabilirdi.
Dolayısıyla 2002 Aralık ve 2003 Mart ayında Türkiye’yi ve KKTC’yi Annan Planı’nı reddetmeye sevk eden uzak görüşlülük ve gerçekçilik eksikliği sadece Kıbrıs Türklerini iyi bir çözümdem mahrum bırakmadı, aynı zamanda diğer potansiyel opsiyonları de bertaraf etti.
Bundan sonraki siyasi vizyon ne olabilir? Ufukta gözükmüyor.