İKİ gün önce KKTC’de yapılan başkanlık seçimlerini bir dönüm noktası olarak nitelendirmek abartılı sayılmamalıdır. Mesele gerçekten yalnızca Cumhurbaşkanı’nın değişmesi değildir.
Mehmet Ali Talat’ın ilk turda seçilecek kadar oy toplaması, KKTC’nin son birkaç yılda büyük bir siyasi evrim gerçekleştirdiğini, 30 yıldan beri egemen olan bir düşünce modelini terk ettiğini, Kıbrıs Türklerinin kendi kaderlerinin tayininde daha fazla söz sahibi olmak istediklerini kanıtlıyor.
Kıbrıs meselesinin çözümü yolunda ilerleme olsun veya olmasın bundan sonra KKTC ile Türkiye arasındaki ilişkilerin de temel dayanışmayı etkilemeden yeni bir zemine oturtulması gerekir. Türkiye artık güvenlik boyutu dışında KKTC yönetimini tasarruflarında ve politikasında daha serbest bırakmalı, bir nevi vesayeti sürdürdüğü izlenimini vermemelidir.
***
Seçimler, cumhurbaşkanlığından ayrılan; fakat siyaset sahnesini terk etmemekte azimli görünen Rauf Denktaş’ın tarihi rolünün uzun uzun tartışılmasına da vesile teşkil etti. Kıbrıs davasının en önde gelen kahramanının Denktaş olduğunda kimsenin şüphesi yok.
Denktaş, cevval zekásı, karizması, cesareti, sevimli kişiliği, nüktedanlığı, hitabet kabiliyeti ve davasına sarsılmaz bağlılığı ile büyük bir politik lider olarak daima saygı ve sevgi ile hatırlanacaktır. Ancak her insan gibi onun da unutulmaması gereken kusur ve zaafları var. Örneğin, KKTC’nin ekonomik sorunlarına hiçbir zaman büyük ilgi göstermedi, kendisini yalnızca bir siyasi dava adamı telakki etti.
Uzun sürede kimseyle çok iyi geçinemedi. İyi bir müzakereci miydi?Türkiye’de çok makbul olan ‘muhatabına kök söktürmek ve hiç esneklik göstermemek’ anlamında evet. Fakat her müzakerenin bir stratejisi olur.
Lozan’da Atatürk’ün stratejisi bir an önce askeri alanda kazandığı zaferi uluslararası bir antlaşmayla tescil ettirmekti. Bunun geciktirilmesinin tehlikelerinin bilinci içindeydi ve bazı ödünler vermekten kaçınmadı.
Denktaş’ın stratejisi olsaydı 2002 yılında fırsat varken Annan Planı’nı kabul ederek Güney Kıbrıs’ın tek başına AB’ye girmesini önler ve hem kendi halkına, hem de Türkiye’ye büyük bir hizmette bulunurdu. Annan Planı’nın uygulanması kuşkusuz çok zordu; fakat uygulamada aşılamayacak güçlükler çıksaydı AB içinde iki ayrı devlet veya çok gevşek bir federasyon formülü kaçınılmaz hale gelecekti.
Bugün ise Güney Kıbrıs’ın tek başına AB üyesi olmasının hem KKTC, hem de Türkiye için ne kadar çetin sorunlar yarattığını her gün gözlemliyoruz.
***
Denktaş’ın bundan sonra aktif politikaya katılmasa bile Türkiye’deki radikal neo-milliyetçiliğin onursal liderliğini üstleneceği anlaşılıyor. 15 Nisan tarihli Milliyet Gazetesi’nde Musa Peygamber’in ’on emri’ gibi Türkiye’ye yönelik ‘on mesaj’ı yayımlandı. Bu on mesajın her biri Türk milletinin kendine özgüvenini sarsacak ve Türkiye’de zaten tehlikeli boyuta varmış olan siyasi ve toplumsal gerginliği körükleyecek nitelikte.
Siyasi hayatı şan ve şeref içinde sona eren bir insanın bu kadar buruk ve hırçın olmasının nedenini anlamakta güçlük çekiyorum.
Denktaş ile son iki yıl öncesine kadar zaman zaman buluştuğumuz gibi arada sırada da mektuplaşırdık. 10 Haziran 2001 tarihli oldukça uzun mektubumun sonunda şunu yazmışım:
‘Siz nasıl olsa bir milli kahraman olarak tarihe geçeceksiniz. Ben yalnız Kıbrıs’ta değil; fakat Türkiye çapında bir büyük devlet adamı olarak tarihe geçmenizi istiyorum. Sizin izleyeceğiniz yol, Kıbrıs Türklerinin olduğu kadar Türkiye’nin de kaderini geniş ölçüde belirleyecek. Sizin yerinizde olsa Atatürk ne yapardı diye bir düşünün.’