11 Eylül 2001 sonrasında kábus senaryolardan biri kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer silahların terör örgütlerinin eline geçmesidir.
Bugüne kadar sarin, salmonella ve amerantrax gibi kimyasal veya biyolojik maddeler, terör örgütleri veya bireyler tarafından kullanılmıştır. Nükleer silahlara sahip devletlerin sayısının çoğalması ise bugünün en kritik güvenlik sorununu oluşturmaktadır.
Nükleer silahlar yayıldıkça bunların bölgesel ihtilaflarda kullanılması ve transfer yoluyla veya kontrol mekanizmalarının yetersizliği yüzünden terör örgütlerinin eline geçmesi tehlikesi de artacaktır.
* * *
1970 yılında yürürlüğe giren ‘Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ (NSYÖA) küresel bir nükleer dengeyi muhafaza amacına yönelikti. Antlaşma esas itibarıyla BM Güvenlik Konseyi’nin sürekli üyeleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin dışında hiçbir ülkenin nükleer silahlara sahip olmaması esasına dayanıyor.
Bu beş devlet, başka ülkelere nükleer silah transfer etmemek yükümlülüğü altına giriyorlardı. Nükleer güçler ayrıca antlaşma gereğince mümkün olan en kısa bir zamanda nükleer silahsızlanmayı gerçekleştirmeyi taahhüt etmişlerse de, bu taahhüt bugünkü koşullarda platonik olmaktan ileriye gitmemektedir.
NSYÖA’ya taraf olan ülkelerin sayısı 190 kadar. İsrail, Hindistan ve Pakistan antlaşmaya katılmamışlar ve bu suretle Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimi dışında kalmışlardır.
İsrail daha 1960’lı yıllarda Fransa’nın yardımı ve ABD’nin göz yummasıyla nükleer bir güç haline gelmişti. Onu Hindistan ve Pakistan takip etti. Kuzey Kore, 1995’te NSYÖA’ya taraf oldu; fakat 2004’te çekileceğini bildirdi.
* * *
Halen NSYÖA’ya taraf ülkeler arasında nükleer silah imal edecek teknolojiye sahip 35-40 ülke var. Fakat taahhütlerini ihlal eden veya etmek yoluna girenlerin sayısı şimdilik üçten ibaret: Kuzey Kore, Libya ve İran. Gerçi Irak da 1970’li yıllarda İsrail’e karşı nükleer silah imaline girişmişti; fakat 1981’de İsrail Osirak’taki nükleer tesisleri tahrip etti.
İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra ise BM’nin denetimi Irak’ın nükleer programlarının tamamen durmasını sağladı. Libya politikasını Batı’ya yönelterek nükleer programını terk etti. Kore bir süre önce artık nükleer güç haline geldiğini ilan etti ve programlarının durdurulması amacıyla 6 ülkeyle yapmakta olduğu müzakerelere son verdi. ABD şimdiki aşamada Kore’ye karşı daha ılımlı davranıyor ve bütün dikkatini İran üzerinde yoğunlaştırıyor.
İran’ın barışçı olduğunu iddia ettiği nükleer programının endişe yaratan yönü, nükleer silah imaline yarayan santrifugasyon yöntemiyle uranyum zenginleştirme kapasitesini elde etmiş olmasıdır. Bu teknolojiyi ona sağlayan da Pakistan olmuştur.
İran nükleer programlarının geçici bir süre için uluslararası kontrol altına alınmasını kabul etmekle beraber uranyum zenginleştirme sürecine son vermeye yanaşmıyor. ABD ve İsrail de bu tutum karşısında kuvvet kullanma opsiyonundan vazgeçmiyorlar.
* * *
Ortadoğu’da nükleer silahlara veya silah üretimi teknolojisine sahip ülkelerin bulunması Türkiye için de endişe kaynağı olmalıdır. İran’ın nükleer ihtirası frenlenemezse Suudi Arabistan’ın ve Mısır’ın onu takip etmesini ihtimal dışı görmeyenler var.
Türkiye’nin nükleer güç olma ihtirasına kapılmaması kuşkusuz isabetlidir. Ancak nükleer teknoloji alanında geri kalmanın ne kadar yerinde olduğu sorgulanabilir. Uzun süreli enerji ihtiyaçlarımız için ve çevre korunması açısından zaten nükleer santrallar inşası gerekiyor.
Bu santrallar aynı zamanda, nükleer teknoloji alanında diğer bölge ülkeleri ile aramızdaki mesafenin kapatılmasına hizmet edecektir.