DOSTUM Mehmet Ali Kışlalı, eksik olmasın Radikal Gazetesi'ndeki köşesinde arada sırada benden söz eder. Bazen över, çok kere eleştirir.
Zaman zaman da eleştirilerinin ölçüsünü kaçırır, kendisi gibi düşünmeyenleri suçlamak eğilimine kapılır. Şimdiye kadar eleştirilerine hiç yanıt vermedim. Winston Churchill'in basında çıkan aleyhte yazılarla ilgili bir tavsiyesi vardır: ‘‘Sakın şikáyet etme, sakın izaha kalkışma’’ der. Eskiden beri bu öğüde uyarım. Ancak Kışlalı, 23 Kasım tarihli ve ‘‘Kıbrıs tartışması’’ başlıklı yazısında bana asla söylemediğim bir sözü mal etmiş. Bu yüzden çarnaçar cevap mecburiyetinde kalıyorum.
Kışlalı'nın makalesinin ilgili paragrafını kısaltarak aktarayım: ‘‘Garanti Antlaşması'nın birinci maddesinde; Kıbrıs Cumhuriyeti ‘hiçbir ülke ile tamamen veya kısmen bir siyasi veya ekonomik birliğe katılmamayı taahhüt eder'denilmektedir. Yunanlılar güneyin kendi başına AB'ye katılmasının bu maddeye aykırı olmadığını, AB'nin bir devlet olmadığını ileri sürmüşlerdir. Türkiye bunu reddetmiştir. Ama Türkmen ‘Yunanlılar haklı. Garanti Antlaşması'ndaki sözkonusu madde 'devlet' ile ilgili. AB devlet değildir' diyebilmektedir.’’ Kışlalı'nın iddiası mesnetsizdir. Ben böyle bir düşünceyi hiçbir zaman ifade etmedim. Bu konuda bir tartışmaya bile katılmadım.
Garanti Antlaşması'nın birinci maddesi, Güney Kıbrıs'ın AB'ye girmesinin hukuken mümkün olmadığını ispatlamak için kullanılan savlardan biri. Bir başka sav daha var. 1960 Anayasası, Kıbrıs Cumhurbaşkanı ve yardımcısına dış politika konularında veto hakkı tanırken buna bir istisna getirmiş. Hem Türkiye ve hem de Yunanistan'ın üye oldukları uluslararası kuruluşlara ve ittifak antlaşmalarına katılmak sözkonusu olduğunda veto hakkının kullanılamayacağını belirtiyor. Bundan çıkan anlam, Türkiye veya Yunanistan tek başına üye iseler vetonun kullanılabileceğidir. Örneğin, NATO'ya katılma için veto işlemeyecek, fakat AB'ye katılmak için işleyecek. Anayasa'nın bu hükmüyle ilgili olarak bir AB üyesi ülkenin diplomatının, ‘‘Fakat AB bir uluslararası kuruluş değil, kendine özgü bir yapıdır’’ dediğini naklettiğimi hatırlıyorum. Fakat nakletmekle yetindim, ‘‘Ben de böyle düşünüyorum’’ demedim. Kışlalı galiba biri Garanti Antlaşması'na, diğeri Anayasa'ya dayanan iki savı birbirine karıştırmış ve galeyana gelerek o yazıyı yazmış.
Kışlalı'nın belirttiği gibi bir İngiliz hukukçusu olan Maurice H.Mendelson, ekim ayında yayımladığı bir kitapçıkta, Türkiye AB'ye üye olmadan Kıbrıs'ın AB'ye üye olamayacağı savlarını destekliyor ve aksi görüşü savunan başka üç hukuk profesörünün tezlerini çürütmek istiyor. Demek oluyor ki ortada iki görüş var.
Karşılıklı hukuki iddialar mevcut ise bunlardan birini benimseyenlerin ondan yararlanabilmeleri, hukuki bir merciye başvurarak kendi yorumlarını onaylatmalarına bağlıdır. Hukuki ihtilafların çözüm yeri Uluslararası Adalet Divanı'dır (UAD.) Ancak bir başvuru yapılabilmesi için taraflar arasında bir tahkimnameye ihtiyaç vardır. Kıbrıs meselesinin tarafları ise birbirlerini tanımadıklarından bu yola gidilemez. Alternatif bir yol Birleşmiş Milletler'den geçerek UAD'den bir istişari o oy istemektir, fakat bu yöntem, çözdüğünden fazla sorun yaratabilir.
Hukuki açıdan Kıbrıs sorunu son derece çetrefildir. Kıbrıs'ta 1974 müdahalesinden beri ateşkes dışında hukuki bir ‘‘gri bölge’’ vardır. Güney Kıbrıs'ın AB üyesi olması, hukuki kalıbından çıkarak artık siyasallaşmış acil bir meseledir. Hamaset edebiyatıyla bir yere varılamaz. Vakit kaybetmeden yaratıcı bir politika ile gerçekçi ve dengeli çözümler ve çıkış yolları aramaktan başka çare yoktur. Türkiye'ye ve KKTC'ye en büyük hizmet bu olacaktır. Milli Güvenlik Kurulu, 27 Kasım bildirisinde Türkiye'nin ‘‘Kıbrıs'taki iki tarafın ortaklaşa kabul edebileceği bir çözüm arayışına bütün iyi niyetiyle devam edeceğini’’ vurgulamakla akılcı yolu seçmiştir.