23 Mayıs’ta KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Güney Kıbrıs Başkanı Demetris Hristofyas arasında, BM Özel Temsilcisi Taye-Brook Zerioun’un da katılımıyla yapılan toplantı, görüşme sonunda iki lider bir çözümün genel parametreleri üzerinde anlaştıklarını açıkladıkları için önem taşımaktaydı.
Yapılan açıklamada, Talat ile Hristofyas’ın, ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarındaki tarife uygun, iki bölgeli, iki toplumlu ve siyasi eşitliğe dayanan bir federasyon konusundaki taahhütlerini teyit ettikleri bildirildi.
Bu ortaklıkta tek bir uluslarası kimliğe sahip federal bir hükümetin yanı sıra eşit statüde bir Kıbrıs Türk "kurucu" devleti ve bir Kıbrıs Rum "kurucu" devleti olması öngörülüyordu.
Bu yazılış biçimi bazı soruları gündeme getirmedi değil.
Annan Planı’ndaki "bakir doğum" kavramının terk edildiğini iddia edenler oldu.
Bakir doğumdan kasıt, yeni federal devletin bugün mevcut ve bizim tanımadığımız "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin uzantısı olarak kurulmamasıydı.
Ne var ki, iki liderin açıklamasının "bakir doğum" konseptini şu veya bu yönde etkilediği gibi bir değerlendirme yapılamaz.
Bu konu herhalde daha ileride ele alınacaktır.
Liderlerin açıklamasındaki İngilizce "constituent" sözcüğünün "kurucu" diye çevrilmesinin ne kadar doğru olduğu da sorgulanabilir.
Galiba "oluşturucu" demek daha doğru, çünkü açıklamada söylenen federasyonun iki federe devletin bir araya gelmesinden oluşacağıdır.
* * *
23 Mayıs açıklamasının mürekkebi kurumadan Hristofyas kaçamaklı ifadeler kullanmaya başladı.
Fakat Türk tarafında asıl tepki uyandıran, 6 Haziran’da Londra’da Hristofyas’ın ziyareti sırasında İngiltere ile Güney Kıbrıs arasında imzalanan muhtıra oldu.
Bunda 23 Mayıs açıklamasındaki "eşit statüde kurucu devletler" ifadesine yer verilmediği gibi, "İngiltere’nin adada ayrı bir siyasi varlığın tanınmasını ya da statüsünün yükseltilmesini" desteklemeyeceği ve KKTC’nin asla tanınmamasını talep eden BM Güvelik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarını gözetmeye devam edeceği vurgulanıyor.
İngiltere’nin böyle bir taahhüde girmesine gerek yoktu.
Bir AB üyesi olarak KKTC’yi tanımasının zaten söz konusu olamayacağı biliniyordu.
Muhtırada İngiltere ayrıca garantör devlet sıfatıyla 1960 antlaşmalarından doğan yükümlülüklerini yineliyor. Kime karşı?
İster istemez Gordon Brown hükümetinde, Tony Blair hükümetine oranla Türkiye’ye verilen destekte bir azalma mı oldu sorusu akla geliyor.
Talat-Hristofyas açıklamasında, BM Güvenlik Konseyi kararlarına yapılan atıf üzerinde de durulmalıdır.
Bu kararlar da bir çözümün parametrelerine ilişkindi.
1992 tarihli ve 750 sayılı kararda, o tarihteki BM Genel Sekreteri Butros Gaali’nin "Fikirler Dizisi" temelinde, tek egemenliğe, tek vatandaşlığa, iki eşit topluma dayanan iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon destekleniyordu.
* * *
Güvenlik Konseyi’nin bir başka önemli kararı, Mart 2003’te Annan Planı’nın Lahey toplantısında Türk tarafınca reddedilmesinden sonra aldığı 1475 sayılı karardır.
Bunda, "Kıbrıs Türk liderinin olumsuz yaklaşımı" yüzünden, adanın birleşmesini sağlayacak Annan Planı’nın Kıbrıslı Türkler ve Rumlar tarafından bir referandumla onaylanmasının engellendiği ve dolayısıyla 16 Nisan 2003’ten önce bir çözüme varılmasına artık imkán kalmadığı belirtiliyordu.
Neden 16 Nisan 2003?
Sebebi basit.
Çünkü o tarihte Güney Kıbrıs, Avrupa Birliği ile katılım antlaşmasını imzalayacak ve Annan Planı’nı kabul edip etmemek konusunda hareket serbestisine kavuşacaktı.
16 Nisan tarihinin ne kadar kritik olduğunun bütün Güvenlik Konseyi üyeleri farkındaydılar.
Tek farkında olmayan, Türk tarafıydı.
Bugün hálá o vahim hatanın, o kaçırılan fırsatın sonuçlarından kurtulamıyoruz.
AB üyelik sürecini de doğrudan tıkayan Kıbrıs sorununu aşmanın yolunu bir türlü bulamıyoruz.