GEÇEN salı günkü yazımda, şayet Kıbrıs konusunda yeniden müzakereler başlarsa Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olmanın avantajından sonuna kadar istifade etmek isteyeceğini belirtmiştim.
Ve arkasından bugün aleyhimize oluşmuş denklemi nasıl daha dengeli hale getirebileceğimiz sorusunu sormuştum. Bu dengeleme çabasında elimizdeki tek imkán diplomasi olduğuna göre harekete geçirmeye çalışacağımız üç unsur var. Her zamanki gibi ilk akla gelen ABD oluyor. Oysa ABD şimdiye kadar çabalarını hep BM Genel Sekreteri’ne Güvenlik Konseyi tarafından verilen İyi Niyet Misyonu çerçevesinde yürüttü. Bundan sonra da, hele Güney Kıbrıs artık AB üyesi olmuşken, doğrudan meseleye müdahil olmak isteyeceğine ihtimal vermek zor.
* * *
BM Güvenlik Konseyi’nde 24 Nisan referandumundan önce ve sonra bazı girişimler yapıldı ve hepsi akamete uğradı. Referandumdan önce Annan Planı’nın uygulanmasını teminat altına almak amacı ile sunulan bir karar tasarısı Rusya’nın vetosuna çarptı. Rusya aslında vetosunu Kıbrıs Rumlarına yardım için kullanmıştı, fakat Türkiye’nin de o tasarıya ciddi itirazları vardı. Tasarının bazı maddelerinde uygulama mecburiyetini getiren BM şartının 7’nci bölümüne yapılan atfın tasarının tümünü etkilemesinden çekiniyorduk. Referandumdan sonra ise Genel Sekreter’in sunduğu raporun Konsey tarafından not edilmesini ve benimsenmesini istiyorduk, çünkü Genel Sekreter bu raporunda hem referandumun sonuçlarını Kıbrıs Rumlarını eleştirerek irdeliyor ve hem de Kıbrıs Türklerinin izolasyonuna son verilmesi çağrısında bulunuyordu. Ne var ki Kıbrıs Rumlarının işine gelmeyen rapor temelindeki karar tasarısı da muhalefet ile karşılaştı. 2005-06 yıllarında Yunanistan’ın da üyesi bulunacağı Konseyde aynı yönde bir girişimin yenilenmesi olasılığı şu sırada yok. Peki, Genel Sekreter yine de tarafları müzakere masası etrafında tekrar toplamaya teşebbüs edebilir mi?KKTC Millet Meclisi ve arkasından cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmadan harekete geçmek istemeyecektir. Kaldı ki Genel Sekreter her iki taraftan da açıkça bir çözüm iradesi görmedikçe inisiyatif almaya meyyal değil.
* * *
AB bir inisiyatif alabilir mi? Güney Kıbrıs üye olduğuna göre kolektif bir AB girişimi bizim işimize gelmez. Ama bazı AB ülkeleri, özellikle İngiltere, uygun bir zamanda BM Genel Sekreteri’nin misyonunu canlandırmak için çalışabilirler. Demek oluyor ki bütün olası girişimler dönüp dolaşıp yine BM çerçevesine dönüyor. Başka bir çerçeve Türkiye’nin ve KKTC’nin de zaten işine gelmez. Annan Planı parametrelerinin erozyona uğramasından en büyük zararı onlar görür.
Türkiye’nin alabileceği çözüm inisiyatiflerinde zamanlama çok önemli. 3 Ekim’e kadar bizden beklenen 1963 Ankara Antlaşması’nı yeni AB üylerine teşmil etmektir, yoksa çözüm bulmak değil. Çözüm konusunda ne fazla acele edilmeli ne de fazla geç kalınmalıdır. Çözümü üyelik aşamasına kadar bir koz olarak elde tutmak fikri olabileceği kadar yanlıştır. Böyle bir gecikme AB ile Kıbrıs arasında son dakikada bizi tercih yapmaya zorlar. Güney Kıbrıs’ın AB’ye üye olmasının yarattığı yeni koşullar altında çözümsüzlüğün çok uzun müddet sürmesinin ister istemez KKTC’de devletin vatandaşlarına ilişkin işlevini zayıflatacağı ve toplumun büyük bir kesimini fiili duruma ayak uydurmaya zorlayacağı da unutulmamalıdır.
* * *
Yapabileceğimiz atılımın niteliğini bu aşamada belirlemek çok güç. Ancak başarılı olmanın birinci şartı Türkiye’deki kurumlar arasında, KKTC’deki siyasi güçler arasında ve Türkiye ile KKTC arasında tam bir oydaşma sağlanmasıdır. Bu konuda işin artık gecikmeye tahammülü yok.