Kıbrıs konusuna geriye dönük bakış

DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül’ün en karmaşık dış politika konularında gayet kestirme ifadeleri var.

Kıbrıs’ta 24 Nisan referandumundan önce, şayet Türkler Annan Planı’na evet, Rumlar hayır derlerse derhal KKTC’nin uluslararası camia tarafından tanınmasını isteyeceğini söylüyordu. Tabii referandumdan sonra bu gerçekçi olmaktan çok uzak sözler süratle unutuldu.

Geçenlerde Sedat Ergin’e ‘Annan Planı bitmiştir. Şimdi top Rumların elindedir’ demiş. İyi de AB ile üyelik müzakereleri bir kere başladı mı, müzakere yöntemi çerçevesinde Rumların sık sık penaltı kazanacaklarını unutmamak gerek.

* * *

Tabii bu gamsız yaklaşım bugünkü hükümete özgü değil. Daha önceki hükümetlerden de Kıbrıs konusunda ne inciler duyduk. Hiç değilse AKP hükümeti, aralık 2002’de ve mart 2003’te büyük fırsatlar kaçırdıktan sonra, akılcı bir politika güderek Annan Planı’nı destekledi ve bu suretle AB ile üyelik müzakereleri önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmayı başardı.

Türkiye’nin Kıbrıs politikasında aslında 1974’ten beri bir zihni blokaj var. 1974 askeri başarısının en kısa zamanda siyasi bir çözüme dönüştürülmesi gerektiğini göremedik. 1990’lı yıllardan itibaren de Kıbrıs ile AB süreci arasındaki etkileşimi kavrayamadık. KKTC yönetiminin maksimalist görüşlerinin etkisi altında kaldık. 1999 Helsinki zirvesinden sonra, çözümsüzlükten açıkça Güney Kıbrıs’ın sorumlu bulunduğunu kanıtlayamadığımız takdirde Güney Kıbrıs’ın çözüm olmadan da AB’ye üye kabul edileceğini anlamak istemedik.

Güney Kıbrıs’ın uzlaşamazlığını nihayet ispat ettiğimiz 2004 Nisanı’nda ise iş işten geçmişti. Güney Kıbrıs bir yıl önce AB ile katılım antlaşmasını imzalamıştı ve antlaşma bütün parlamentolarca onaylanmıştı.

* * *

Gerçekte Kıbrıs’ın AB üyeliği daha 1995’te Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği’nin oluşturulması sırasında kotarılmıştı. Bu gerçeği hep inkár ettik. O zaman gereken çekinceleri kayda geçirdiğimizi ileri sürdük. Mutlaka öyledir, fakat çekinceler politik realiteyi değiştirmiyordu.

Bunun bir teyidi 2 Kasım’da Londra’da Avam Kamarası’nın Kıbrıs konusunda düzenlediği bir toplantıda ortaya çıktı. Toplantıya Londra’da çok başarılı bir büyükelçilik yapmış olan Özdem Sanberk ile 1996’dan 2003’e kadar İngiltere’nin Kıbrıs Özel Temsilciliği’ni yapan ve bu hafta Kıbrıs hakkındaki kitabı çıkacak olan Lord David Hannay davet edilmişlerdi. Tartışmalar sırasında, Hannay, Dışişleri Bakanı Michael Rifkind ile 1996’daki ilk görüşmesine atıf yaptı.

Meğer Rifkind İngiltere’nin artık Güney Kıbrıs’ın AB üyeliğini desteklemekle yükümlü olduğunu daha o zaman Hannay’e söylemiş. İngiltere için varit olan tabii diğer AB üyeleri için de geçerliydi. Biz bunu bilmiyor muyduk?

* * *

Hannay Avam Kamarası’nda iki önemli noktanın daha altını çizdi: Papadopulos başkan olarak kaldıkça bir çözüm hemen hemen imkánsızdır. Kıbrıs sorunu çözümlenmedikçe Türkiye AB üyesi olamaz. Açmaz bundan ibaret değil.

AB ile müzakere süreci boyunca Papadopulos, Türkiye’yi, Güney Kıbrıs’ı ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ sıfatıyla tanımaya zorlamak için elinden geleni yapacak. ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımak ise KKTC’den tanımayı geri çekmeyi gerektirir. Ondan sonra tek çözüm sulandırılmış bir 1960 Anayasası’na dönüşten başka bir şey olamaz. Federasyonu, iki ayrı kurucu devleti, iki bölgeliliği unutmaktan başka çare kalmaz.

Geçen yazımda Arafat’ın kaçırdığı fırsatlardan bahsetmiştim. İster istemez bir çağrışım olmuyor mu? KKTC’de bazı kulaklar umarım çınlıyordur.
Yazarın Tüm Yazıları