Paylaş
Türkiye'nin ve KKTC'nin Kıbrıs politikası Başbakan EcevitGin ABD'ye yapacağı ziyaret çerçevesinde yine yoğun bir şekilde gündemde. Ankara'da Cumhurbaşkanı Denktaş ile yapılan görüşmelerde ortak temel yaklaşım teyit edildi. KKTC'nin egemenliği tanınmadan müzakere yok. Çözüm federasyon değil, konfederasyon esasına dayanacak.
Bu şekilde radikal bir yöntem ve çözüm şekli kuşkusuz Türkiye'nin ve KKTC'nin çıkarları için idealdir. Oysa radikal çözüm için en iyi zaman sıcak çatışmayı izleyen devirdir. 1974 müdahalesinden sonra Kuzey Kıbrıs'ta derhal bir bağımsız devlet kurulsaydı ve gerçekçi toprak ödünlerini de içeren enerjik bir müzakere süreci başlatılabilseydi, bugün ısrarla istediğimiz konfederasyona çok yakın bir çözüm bulunabilirdi. Kronik çözümsüzlüğün ağır bedelini ödemekten de kurtulmuş olurduk. Fakat o tarihte çekingen davranıldı, federasyon tezi benimsendi ve bununla uyumlu olarak ‘‘Kıbrıs Türk Federe Devleti’’nin ilanı ile yetinildi. 1983'te KKTC kurulunca da müzakere pozisyonu değiştirilmedi, çünkü artık çok geçti.
Federasyon çözümünün terk edilmesini 23 yıl sonra tetikleyen olay, Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne adaylığının kabulü oldu. Bu yeni politika kuşkusuz, moral bakımdan haklı ve stratejik bir hedef yansıttığı ölçüde yerindeydi. Soğuk savaşı takiben Balkanlar'da ve Kafkasya'da cereyan eden kanlı olaylar, asırlar boyunca birikmiş düşmanlıklar yeniden tahrik edilince etnik veya milli grupların bir arada yaşayamayacağını açıkça göstermişti. Sırp zulmünden NATO tarafından kurtarılan Kosovalıların artık Sırplarla bir arada yaşamayacağı kabul edilmiyor mu? Bundan 25 yıl önce Kıbrıs Türklerini benzer bir akıbetten Türkiye kurtardığına göre, Türkler ve Rumların da yanyana, fakat birbirinden ayrı egemenlikler altında yaşamaları nasıl yadırganabilir? Bu mantığın sağlamlığına itiraz etmek zordur.
Ne yazık ki, uluslararası sorunlar mantık ve moral değerlerle halledilmiyor. Her meseleyi etkileyen özel koşullar var. Zamanlama hataları kolay kolay tamir edilemiyor. Kuvvet denklemli işin içine giriyor. Bu denklem de sadece askeri güç dengesini değil, aynı zamanda siyasi güç ve destek dengesini kapsıyor. 1974'teki durum bugün artık yok. G-8'lerin ve BM'ler Güvenlik Konseyi'nin onayladığı parametreleri aşan bir çözüm şeklini kabul ettirmek hemen hemen imkánsız.
Bugünkü çıkmazın içinde bir fırsat da mevcut. AB içinde ağırlığı olan ülkeler sorun çözümlenmeden Güney Kıbrıs'la başlayan ve ekonomik bakımdan hiçbir güçlük arzetmeyen müzakerelerin sonuçlandırılmasına taraftar değiller. Bu demektir ki, Kıbrıs'taki taraflar arasında müzakere süreci şu veya bu şekilde canlandırılabilirse, Türkiye'nin ve KKTC'nin görüşlerine önemli ölçüde yakın bir çözüm bulunması için Güney Kıbrıs üzerinde tazyikte bulunulacaktır. Dikkatle incelenmesi gereken ‘‘üç egemenlik’’ ve bir NATO gücünün Ada'da konuşlandırılması gibi ilginç fikirler şimdiden dolaşıyor. Kıbrıslı Rumlar, köşeye sıkıştırılmamak için, peşin çözüm ön koşulunu bertaraf etmek amacı ile durmadan çaba harcıyorlar. Yunanistan da, Türkiye'nin adaylığının yıl sonunda Helsinki zirvesinde onaylanması karşılığında, Güney Kıbrıs'ın üyeliği üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına çalışıyor. Kıbrıs'ta müzakereleri bloke taraf olarak algılanırsak onların işini çok kolaylaştırmış olacağız.
Bugünkü tutumumuz devam ettiği ve AB bu yüzden Güney Kıbrıs'ı üyeliğe kabul ettiği takdirde ne olur? Karamsar bir tablo çizmekten başka çare göremiyorum. O zaman ya AB yolu bize tamamen kapanacak veya ileride Kıbrıs'ta çok daha fazla ödün vermek mecburiyetinde kalacağız.
Umarım sonunda sağduyu ve uzakgörüşlülük galebe çalacaktır. Cumhurbaşkanı Denktaş'ın söylemlerinde engin deneyiminden kaynaklanan bir esneklik seziliyor.
Paylaş