Paylaş
BU dört sorun yan yana konulunca bunlar arasındaki ilişki hemen gözükmüyor. Her birinin tarihi gelişimi ve statüsü birbirinden farklı. Yine de aralarındaki benzerlikler konusunda bir zihin idmanı yapmak ilginç ve yararlı olabilir.
***
İlk benzerlik her dört şıkta da sorunun iki ayrı milletin bir arada yaşamakta zorlanmalarından kaynaklanmasıdır. Bu yüzden kuvvetli taraf zayıf taraf üzerinde kuvvet kullanılması dahil baskı yapmıştır. İkinci benzerlik bütün bu sorunların uluslararası veya bölgesel yansımalarının çok önemli oluşudur.
***
Filistin meselesini diğerlerinden ayıran bir unsur, ‘‘toprak bütünlüğü’’ kuralının ona uygulanmamasıdır. Nedeni Birleşmiş Milletler'in 1947'de aldığı kararın Filistin'in taksimini öngörmüş olmasıdır. Bugün bağımsızlık hakkına kimse itiraz etmediğinden, Filistin'in uluslararası kişiliğinin tanınması da sorun yaratmamaktadır. Nitekim Arafat ABD dahil, bütün ülkelerin devlet ve hükümet başkanları ile temas edebiliyor.
***
KKTC ise bir devletin bütün fiili unsurlarına sahip. Topraklarının devamlılığı var. Filistin'deki gibi yamalı bohça şeklinde değil. Sınırlarını koruyabiliyor ve bağımsız bir devletin bütün işlevlerini yerine getirebiliyor. Ne var ki Türkiye hariç hiçbir devlet tarafından tanınmadığı gibi KKTC Başkanı diğer ülkelerle ancak dışişleri bakanları seviyesinde temas kurabiliyor, o da her zaman değil. Peki, bu davranış ayrımcılık teşkil etmiyor mu? Fiili durum göz önünde tutulursa evet. Gerçekleri tanımayanlar ‘‘toprak bütünlüğüne saygı’’ ve ‘‘sınırların değişmezliği’’ prensiplerini ileri sürüyorlar. Ancak Kosova ve Karabağ sorununda zorlanıyorlar. BM'ler Güvenlik Konseyi Yugoslavya'nın bir parçası olduğunu kararlaştırmış olsa bile, Kosova'nın ileride tekrar Belgrad'ın egemenliğini altına sokulmasının kolay olmayacağı kabul ediliyor. Karabağ'a gelince, üzerinde en çok durulan çözüm bu bölgeye bağımsızlığa çok yakın bir statü verilmesi ve Azerbaycan ile çok gevşek bir bağ ile irtibatlandırılmasını öngörüyor.
***
Şu soru da akla geliyor: Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği'ne dahil bütün federe devletler bağımsızlıklarına kavuştular. Yugoslavya Federasyonu'nda ise sadece Sırbistan ve Karadağ bağlarını koruyabildiler. Toprak bütünlüğü prensibi neden bunlara uygulanmadı? Bunun izahı şöyle: Hem Sovyetler Birliği ve hem de Yugoslavya anayasasında federe devletlerin istedikleri takdirde ayrılabileceklerini belirten hüküm vardı. Ayrılma hakkının hukuki kılıfı bu oldu. Kosova ise Sırbistan'a bağlı bir özerk bölge idi. Hukuken ayrılma hakkı yoktu.
***
Yine Kıbrıs'a dönersek, Londra ve Zürih Anlaşmaları iki toplumlu bir devlet öngörüyordu: İki topluma ayrılma hakkı tanınmamıştı. 1974 müdahalesinden sonra dahi Kıbrıs Türkleri ayrı bir devlet kurmak yoluna gitmediler, aksine bir federasyon temelinde çözüm arayışlarını sürdürdüler. 1983'te KKTC kurulduğu zaman bile federasyon tezi terk edilmedi. Ayrıca 1990'dan sonraki BM'ler Güvenlik Konseyi kararlarında tek devlet, tek vatandaşlık prensibi sürekli vurgulandı. KKTC ve Türkiye 1996'dan itibaren federasyon tezini reddederek konfederasyon tezini benimseyince Güvenlik Konseyi eski kararlarında ısrardan vazgeçmedi.
***
Bu karışık tablo içinde, Avrupa Birliği perspektifi açısından Kıbrıs meselesinin çözümünün hem Türkiye'nin ve hem de Kıbrıs Türkleri'nin çıkarlarına uygun olduğu varsayımını kabul edersek, şimdilik tek mümkün gözüken çözüm şekli konfederasyon ile federasyon arasında bir formül gibi gözüküyor. Fakat, Kosova ve Karabağ sorunlarındaki olası gelişmeler göz önünde tutularak Kıbrıs Türkleri'ne ilerisi için bir opsiyon tanınmalıdır. On yıl sonra taraflardan birinin isteği ile statünün revizyona tabi tutulması ve uzlaşmaya varılamazsa her iki tarafa da ayrılma hakkı öngörülmelidir. O zaman Türklerin tek kaybı şimdiki aşamada çözüm için verecekleri toprak ödünleri olur.
Paylaş