GEÇEN hafta sonu Türk-Yunan Forumu'nun diğer iki üyesi ile birlikte Kıbrıs'taydım. BM'ler Genel Sekreteri'nin Ada'ya yaptığı ziyaretten hemen sonra KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş ile görüşme fırsatını bulduk. Bazı gözlemlerimi nakletmek istiyorum.
Kofi Annan'ın ziyareti, Denktaş'ın kendisini resmi konutunda kabul etmesinin sembolizmi yanında, önemli bir başka nokta açısından da yararlı olmuş. Annan'ın Denktaş-Klerides müzakerelerindeki gündem maddelerine ‘‘statü’’ sorununun da eklenmesini tavsiye etmesi, olumlu bir gelişme sayılıyor. Statü meselesinin esası şu: Kıbrıslı Rumlar çözümün iki toplum arasında oluşturulmasını istiyorlar. Başka bir ifade ile çözüme 1960 Anayasası'na getirilen bir değişiklik niteliğini vermek peşindeler. Oysa Türk tarafı varılacak çözümün iki kurucu devlet arasında bir uzlaşma şeklinde olmasında ısrarlı. Türk tarafı, bu yaklaşımla 27 yıldır bağımsız olan bir yönetimin meşruiyetinin ve hukuki tasarruflarının geçerliliğinin saklı tutulmasını amaçlıyor. Türk tarafı kuşkusuz çok haklı. Çözüm şeklinin Kuzey Kıbrıs'ta bir hukuki boşluk bırakması kabul edilemez. Diğer taraftan, KKTC'nin ileri sürdüğü formül, Kıbrıs Türklerinin ayrı self-determinasyon hakkını da vurgulayacaktır.
* * *
Denktaş'ın, yabancı gözlemcilerin algılamalarının aksine, görüşmelerde şimdiye kadar Kleredis'inkinden daha esnek ve yapıcı bir müzakere pozisyonu geliştirdiği de gittikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Denktaş bu bağlamda yürütme, yasama ve bir ölçüde yargı yetkisine sahip bir ‘‘Ortaklık Devleti’’ kurulmasını kabul ediyor. Yeni devletin, Türkiye ve Yunanistan'ın Ada ile ilişkilerindeki denge korunmak şartı ile, AB'ye çözümden hemen sonra üye olmasını destekliyor. AB ile ilişkilerin ortak devletin sorumluluğu altında olmasını da öngörüyor.
Görüşmelerde şimdiki halde açıkça üzerinde anlaşmaya varılan tek konu galiba güvenlikle ilgili. Garanti Antlaşması'nın devamı, Ada'nın kuzeyinde bir miktar Türk askeri, güneyinde ise Yunan askeri konuşlandırılması, bu kuvvetlerin dışında Kıbrıs'ın silahsızlandırılması ve gayri askeri hale getirilmesi güçlük çıkarmıyor. Güvenlik sorununu kolaylaştıran bir öğe de Ada'nın bugünkü demografik haritasıdır. Kuzeyde homojen bir Türk nüfusunun bulunması ve sahillere hákim olması gerekirse bir askeri müdahaleyi çok kolaylaştıracaktır. Şayet Zürih ve Londra Anlaşmaları imzalandığı sırada aynı koşullar mevcut olsaydı, ne Rum tarafı 1963 sonundaki saldırılara geçebilirdi ve ne de Yunanistan 1974'te ENOSİS'i gerçekleştirmek hedefini güdebilirdi.
* * *
Güvenlik ve Denktaş'ın açılımları dışında fazla bir ilerleme yok. Gayrimenkuller, toprak ve ortak devlette eşit egemenlik en kritik sorunlar olmakta devam ediyor. Bu konularda müzakereler çok karmaşık ve çetin geçecek. Aslında güçlüklerin kaynağında bütün çok uluslu ülkelerin karşılaştığı açmaz var. Bakın bu konuda eski İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher ‘‘Devlet Sanatı’’ adlı son kitabında ne diyor: ‘‘Çok uluslu devletlerin bünyesinde istikrarsızlık yatar. Bu devletlerin iyi işlemesi iki şekilde mümkündür. Birincisi ulusların birbirlerine saygılı olmaları ve devletin bir nevi konfederal yapıya sahip olmasıdır. İkincisi ise otoriter bir merkezi gücün iradesini zorla kabul ettirmesidir.’’ İşte Denktaş birinci çözümü sağlamaya çalışıyor ve geçmiş acı tecrübeler ışığında ikinci olasılıktan endişe duymaktan kendini kurtaramıyor. Ancak Kıbrıs'ta varılacak anlaşmanın bir başka boyutu AB üyeliğidir. AB siyasal ve ekonomik ortamının Türkler ve Rumlar arasında muhtemel sürtüşmeleri önleyecek koşulların yaratılmasına büyük katkıda bulunabileceği unutulmamalıdır. Ne var ki AB şimdiye kadar KKTC'den uzak durduğu için, aralarında yapıcı bir diyalog bir türlü kurulamamıştır.
* * *
Denktaş'ın işi gerçekten zor. Fakat vahim bir unsurun daha altı çizilmelidir. Ankara'nın belirgin bir Kıbrıs politikası geliştirmemiş olması. Böyle bir politika mevcut olsaydı, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz muhalefette imiş gibi konuşarak Denktaş'ı eleştirebilir miydi?
Yılmaz'ın konuşması elbette yadırgandı. Ancak söyledikleri aynı zamanda Ankara'da Kıbrıs konusunda koalisyon içinde hiçbir koordinasyon olmadığını gözler önüne seriyor. Kıbrıs politikası taşracı ve dar bürokratik görüş ile siyasi dağınıklık ve irade noksanlığı arasında sıkışıp kaldıkça Kıbrıs düğümü çözülemez ve Türkiye AB takvimini yakalayamaz.