AB ile üyelik müzakereleri başladıktan sonra, Güney Kıbrıs’ın, üye statüsünün kendisine verdiği olanakları kullanarak sürekli Türkiye’yi baskı altında tutmaya çalışacağı meçhulümüz değildi.
Oysa geçen hafta, Fransa’nın tutumu yüzünden, Kıbrıs sorunsalının daha müzakereler başlamadan üyelik sürecini rayından çıkartması tehlikesi belirdi.
Neyse ki son haberlere göre, Türkiye’nin Gümrük Birliği Protokolü ile ilgili deklarasyona AB Konseyi’nin yapacağı karşı deklarasyonun metni üzerindeki ciddi görüş ayrılıkları, İngiltere’nin çabaları sonucunda artık aşılmış bulunuyor.
Bu haberler doğrulanırsa karşı deklarasyonda ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıma, müzakerelerin başlaması için değil; fakat üyelik için şart teşkil edecek.
***
3 Ekim’de müzakerelerin başlayacağı varsayımından hareket etsek bile Kıbrıs meselesi çözümlenmedikçe üyelik müzakerelerinin tamamlanmasının mümkün olmadığını zaten biliyorduk. Güney Kıbrıs başından beri müzakere süreci boyunca Kıbrıs’taki dinamiklerin kendi lehine gelişeceği ve Türkiye’nin müzakere kozlarının gittikçe zayıflayacağı hesabını yapıyor.
Belki o da bir çözüm istiyor; fakat Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin çok zor kabul edebileceği parametreler içinde. Bu açmaz nedeniyle son günlerde 1960 Anayasası’na geri dönülmesi fikri ortaya çıktı.
Bu yaklaşımı savunanlar, içinde bulunduğumuz aşamada başka bir çıkış yolu kalmadığını, 1960 Anayasası’na dönüşün Kıbrıs Türklerine ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimine katılmak ve anayasanın hükümlerine dayanarak gerekiyorsa Rumların politikasını engellemek imkánını sağlayacağını ileri sürüyorlar.
1960 Anayasası’nın cumhurbaşkanına ve Türk yardımcısına beraberce ve ayrı ayrı mutlak veto hakkı tanıdığı ve bu veto hakkının dış politikanın hemen her yönünü kapsadığı doğrudur. Ne var ki bu anayasaya dönüş, 1974 müdahalesi ile Kıbrıs Türklerinin fiilen elde ettikleri çok önemli avantajları bir kalemde yok edecektir.
***
Adadaki fiili durumu geniş ölçüde yansıtan Annan Planı’nın 1960 statüsünden en büyük farkı, iki bölgeli bir federasyon esasını getirmesidir. Plana göre adanın yüzölçümünün yüzde 29’undan biraz fazlası ‘Kıbrıs Türk Devleti’nin bölgesi olacaktı. Bölge aynı zamanda Kıbrıs’ın toplam sahillerinin takriben yüzde 50’sini kapsayacaktı.
1960 Statüsü ise cemaat esasına dayanıyordu. Cemaatlere tanınan haklar Annan Planı’nın kurucu devletlere tanıdığı haklardan çok daha kısıtlıydı. Buna karşılık Annan Planı’nda kurucu devletlerin yetkileri çok geniş, kısıtlı olan federal devletin yetkileri.
Bu kısa kıyaslamanın dışında bir soruya daha cevap bulmalıyız. 1960 statüsüne dönmek mümkün mü? Soyut olarak evet. 1960 Anayasası nazari olarak halen de geçerli. Rumlar kabul ederse Türkiye, Garanti Antlaşması çerçevesinde yaptığı müdahalenin amacına ulaştığını ilan eder ve 35-40 bin mevcutlu Türk kuvvetleri, İttifak Antlaşması’nda öngörülmüş olan 650 düzeyine indirilir.
***
Pratikte ise inanılmaz güçlükler var. 1960 Anayasası’na dönüldüğü andan itibaren KKTC’nin şimdiye kadarki bütün hukuki tasarrufları yok sayılır. Kuzeydeki evlerin Rum sahipleri kolaylıkla mülkiyet haklarının iadesine hükmeden kararları mahkemelerden çıkartırlar. 45-50 bin kadar Türkiyeli KKTC vatandaşı, yabancı statüsüne düşer ve adayı terk etmek mecburiyetinde kalır.
Annan Planı’ndaki demilitarizasyon uygulanamayacağından Güney Kıbrıs ordusu varlığını devam ettirir. Rumlar hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan kuzeye derhal yerleşebilirler. İki bölgeliliğe artık bir daha dönmek imkánı kalmaz. Kaldı ki Güney Kıbrıs, 1960 statüsünü önemli ölçüde sulandırmadan geriye dönüşe kolay kolay razı olmaz.
1974’ten beri köprülerin altından çok sular aktı, koşullar çok değişti. Türkiye için tek geçerli politika, Annan Planı çerçevesinde çözümü gerçekçi bir politik vizyon ve usta bir diplomasiyle zorlamaktır.