2005 yılının Türkiye için oldukça başarılı bir yıl olduğu kabul edilmelidir. Özellikle ekonomik alandaki kazanımlar küçümsenemez.
Büyüme hızı devam etmiş, enflasyon oranı daha da düşmüş, fert başına düşen GSMH yükselmiş, 27 milyar dolarlık özelleştirme gerçekleştirilmiş, faiz oranı düşerek borç itfasının yükü azaltılmış, çok yüksek olmasına rağmen ödemeler dengesinde açığın kapatılması sorun teşkil etmemiş, uluslararası sermaye akımı ekonomiye ivme vermiştir.
Ekonominin yapısal sorunlarının ve işsizliğin devam etmesi, elde eden sonuçları gölgeleyemez. Özellikle istihdam yaratmanın, tarımın ve çevrenin AB kıstaslarına uyumunu sağlamanın önümüzdeki yıllarda bizi çok zorlayacağı her gün daha iyi anlaşılmaktadır. Ancak AB’ye uyum gibi bir mecburiyet olmasaydı tarım ve çevre gibi sorunların daha uzun süre gündeme gelmeyeceğini veya çok yüzeysel önlemlerle yetinileceğini unutmamak gerekir.
***
Devam ettirilebildiği takdirde, üyelik süreci, bu iki yaşamsal alanda gelecek kuşakların istikbali açısından en kritik dönüşümün gerçekleştirilmesine hizmet edecektir. Ekonominin yanında dış politikada da geçen yılki gelişmeler genellikle olumludur.
ABD ile ilişkiler daha yapıcı bir zemine oturtulmuş, AB ile müzakere süreci güç bir ortamda olsa da başlatılmış, Rusya ile ilişkiler gelişmeye devam etmiş, Irak ve Ortadoğu politikasına daha gerçekçi bir bakış açısı hákim olmuştur.
2005 yılındaki olumlu gelişmelerin bu yıl sürdürülmesi mümkün mü? Ekonomik alanda büyük olasılıkla evet. Politik alanda istikrar koşullarının değişmeyeceği tahmin edilebilir. Erken seçimin gündeme gelmeyeceği anlaşılıyor ve buna sevinmek lazım. AB süreci bakımından ise iyimser olmak o kadar kolay değil.
Müzakere sürecinin yürütülmesi için oluşturulan yapılanmada ciddi zaaflar var. Hükümetin siyasi iradesinde bir gevşeme ister istemez görünüyor. AB politikasına kurumsal destek prensipte mevcut; fakat uygulamada işler durmadan aksıyor. Şu sırada kısmen atlatılan ifade özgürlüğüyle ilgili sorunlarla yeniden karşılaşmamız şaşırtıcı olmaz.
***
AB ile imzaladığımız Gümrük Birliği’ni "Kıbrıs Cumhuriyeti" dahil yeni 10 üyeye teşmil eden protokolün TBMM’ce onaylanması, yeniden Kıbrıs tartışmalarını alevlendirecek.
Protokol onaylansa da KKTC’nin izolasyonuna son verilmesi istikametinde hiçbir gelişme olmadan Türkiye’nin protokolün gereğini yerine getirerek deniz ve hava limanlarını Rumlara açması beklenmiyor. AB müzakere sürecinde siyasi tıkanıklıkların aşılması güç olacak.
Irak’a gelince, Türkiye’nin politikası artık sadece Türkmenler veya Kürtlere odaklanmış değil. Türkiye, ABD müdahalesinin yarattığı yeni dengeleri veya dengesizlikleri kabullenmekten başka çare olmadığını görüyor.
Irak’taki gelişmeleri kontrol imkánımız hemen hemen hiç yok. Aslında ABD’nin bile bu alanda fazla etkisi kalmadı. Anlaşılan Irak’taki iç ve dış dinamiklerin gelişmesine seyirci kalacağız ve sonuçlarına kendimizi uyarlayacağız.
***
2006 yılı için en büyük tehlike, etnik milliyetçilik ve kısmen ona tepki olarak; fakat aynı zamanda, aşırı sol ve aşırı sağ ittifakının sürekli beslediği bir psiko-politik ortam zemininde, gittikçe kuvvet kazanan radikal, çatışmacı ve inzivacı milliyetçiliktir.
Bu cereyanların demokrasiyi, toplumsal barışı ve Türkiye’nin temel politikalarını tehdit edecek bir boyuta ulaşmaması hükümetin olduğu kadar muhalefetin, kurumların, sivil toplumun, medyanın ve aydınların görevi olmalıdır.
Rayından çıkan bir milliyetçilik kadar millet için tehlikeli bir şey yoktur.