Paylaş
İran'daki seçimler İslam ve demokrasi konusunda geniş bir tartışmaya yol açtı. Nedeni açık: Türkiye dışında ilk defa bir Müslüman ülkede de serbest seçimler yapılıyor ve reformcu cereyanı temsil edenler, Meclis'te çoğunluğu ele geçiriyorlar. Gerçi bu seçimler klasik demokratik kıstaslara uymuyor. Adayların bir kısmı asıl egemenliği elinde tutan ve devletin en güçlü çarklarını kontrol eden ‘‘Vesayet Konseyi’’ tarafından elendi. Cumhurbaşkanı ve Parlamento'nun yetkileri kısıtlı. Fakat ne de olsa, İran'daki seçimler bir ilk olma özelliğini taşıyor. Üstelik yıllarca korkunç ıstıraplar çekmiş, geriliğe mahkûm edilmiş, bir İranlı kadının dediği gibi ‘‘dua ve ağlama’’ özgürlüğü dışında yıllarca her türlü özgürlükten mahrum kalmış bir toplumun beklentilerini ve kaderini değiştirmek azmini yansıtıyor.
***
İran'daki evrimin İslam dünyası üzerinde etkisi olur mu? Devam eder ve gelişirse bir ölçüde evet, çünkü İran'ın Şii, diğer Müslüman ülkelerin genellikle Sünni olmalarına rağmen, bir köktendinci rejimin yerini demokrasiye yakın bir sisteme terk etmesinin yansımaları kolay kolay önlenemez.
***
Din ile demokrasi arasındaki bağlantı veya çelişki sadece İslam devletlerini ilgilendiren bir sorun değil. Din kavramının Anayasa'da yer aldığı ülkelerde demokrasi imkánsızdır gibi bir sonuca varılamaz. İsrail bunun tipik örneği. Yunanistan'da Anayasa, Allah, Meryem Ana ve İsa kutsal üçlemine yollama ile başlar ve Rum Ortodoks dinini devletin dini olarak kabul eder. Fakat Yunanistan, özellikle AB'ye girdikten sonra, demokrasisini sağlam temellere oturtmasını başardı. İngiltere'de tarihi nedenlerle Kraliçe hálá Anglikan Kilisesi'nin başı sayılıyor.
***
Kuşkusuz İslam'ın değişik bir özelliği var. Bütün bir toplum ve devlet düzenini kapsayan hükümleri içeriyor. Dini taassubun siyasal güç olarak kullanıldığı ülkelerde toplum acımasız bir kıskaç içinde tutuluyor. Ancak birçok başka Müslüman ülkede de dini hükümlerin medeni hakların ötesine giden kuralları fiilen uygulanmıyor. Medeni haklar konusunda da yeni gelişmeler eksik değil.
***
‘‘Economist’’ Dergisi geçen haftaki sayısında, Müslüman memleketlerde demokrasinin mevcut olmamasının tamamen dinle izah edilemeyeceğini, asıl suçun ‘‘gaddar otokratlarda, yozlaşmış derebeyliği sisteminde ve siyasete hükmeden ordularda olduğunu’’ vurguluyor ve Endonezya örneğine dikkat çekiyordu. Endonezya'da ilk defa serbest seçimler sonunda bir Cumhurbaşkanı iktidara geldi. İslam dünyasında kıpırdanmalar var!
***
Türkiye'deki hákim görüş, laiklik kuralı kabul edilmeden gerçek bir demokrasiden söz edilemeyeceği yönünde. Türkiye'nin tarihi deneyimi ve prensip açısından doğru. Türkiye, belirli tarihi koşullar altında modernizmi yakalamak ve daha ileri bir aşamada demokrasiyi oluşturabilmek için devlet ile dini ayıran bir devrim yaptı. 1950'den sonra ise siyasi partiler ile tarikatlar arasında derin ilişkiler kuruldu, politikacılar bol bol din istismarı yaptılar, irticayı körükleyecek politikalardan kaçınmadılar ve siyasal İslam'ın ilk defa Türkiye'de iktidara ortak olmasına müsaade ettiler. Tehlike çanları çalınca cumhuriyetin savunucuları, laiklik üzerinde ısrarla ve titizlikle durmasalardı, irtica tehlikesinin boyutları çok daha vahim olurdu. Ancak ‘‘Türk modeli’’nin öbür İslam ülkeleri için de geçerli olduğu düşüncesi realitelere pek uymuyor. Hiçbirinde Atatürk gibi cesur bir devrimci ortaya çıkmadı ve bundan sonra da çıkamaz. ‘‘Resmi’’ bir laiklik onlar için söz konusu değil, olsa olsa pragmatik bir şekilde tedricen kendilerini yöneten hanedan ve otokrasilerin mutlak gücünü daraltarak demokrasi yolunda mesafe alabilirler. Türkiye konuya yaklaşımında bu gerçeği göz önünde tutmalıdır.
Paylaş