11 Eylül 2001’den sonra Müslüman ülkelerdeki politik, ekonomik, toplumsal, bilimsel ve kültürel gerilik üzerine yüzlerce araştırma yapıldı.
Bernard Lewis 11 Eylül’den önce 2001 yılında bu konuda yazdığı kitapta Müslüman ülkelerin sadece Hıristiyan Batı ülkelerine oranla değil, fakat Japonya ve Kore gibi ülkelere oranla da geri kalmış olmalarının nedenini araştırırken, İslam dininden çok bu dini katı kalıplara sokan din bilginlerinin sorumluluğunu vurgulamıştı. Bu teşhis doğrusa da meseleyi çözümlemiyor. Fiilen önemli olan dinin kendisinden çok nasıl algılandığıdır. Bu algılama da yıllardan beri gittikçe daha radikal bir yönde gelişiyor.
* * *
Müslüman ülkelerde de konuya objektif bir şekilde yaklaşanlar var. Bunlardan biri Tunus’un eski Eğitim ve Bilim Bakanı Profesör Mohamed Charfi.‘İslam ve Özgürlük’ konusunda Akdeniz Avrupa Enstitüsü’nde bundan iki yıl önce verdiği bir konferansın metni geçen ay katıldığım bir toplantıda elime geçti. Tunus Türkiye’den sonra laiklik alanında en fazla hamle yapan bir ülke olduğu için söyledikleri dikkat çekici. Başlıca noktalarını şu şekilde özetleyebilirim: ‘İslam dünyası uzun zamandan beri büyük bir buhranın içindedir ve bu buhran şiddete dönüşmüştür. Başlıca problemlerden biri cihad teorisidir. Bu teori sadece gayrimüslimleri değil, fakat başka türlü düşünen Müslümanları da hedef alıyor ve onlara karşı şiddeti onaylıyor ve körüklüyor. Yine aynı zihniyetle, din bilimcileri, reformların önünü kesmek için siyaset, hukuk, felsefe ve sosyal alanlarda Batı’nın deneyimlerinden istifade edilmesine kesinlikle karşı geliyorlar ve Batı düşmanlığını teşvik ediyorlar.
* * *
İslam geleneğinde toplumun daima bireye üstün sayılması demokrasiye ve özgürlüğe başlıca engeli teşkil etmektedir. Örneğin bir kadının başı açık sokağa çıkması bireysel özgürlüğün kullanılması olarak değil, toplumu ifsad amacını güden bir eylem olarak algılanır ve toplumun buna karşı gelmesi normal addedilir. Aslında bütün dinler toplum üzerinde otorite kurmak istemişler, fakat zamanla evrim geçirmişlerdir. O kadar ki Vatikan bile ancak özgürce seçimini yapan bir kişinin iyi bir Hıristiyan olabileceği görüşünü sonunda benimsemiştir. İslam’ın böyle bir evrim geçirmesi kolay değil, çünkü Kuran’ın yorumunu bütün Müslümanlar için geçerli nitelikte yapabilecek bir dini merci yok. Şeriat konusu da aynı engele takılıyor. Kuran’da bir din devleti kavramı katiyen mevcut değildir. Allah Peygambere din adına müminleri yönetmek hakkını vermemiştir. Dolayısı ile geçmişte halifelerin ve bugün dine dayalı siyasi partilerin şeriata sahip çıkmaları Kuran’a aykırıdır. Şeriatın ilgası Kuran’a uygun olur, fakat bunu hangi dini otorite yapacak?’
* * *
İslam dünyası bugün büyük bir arayış içinde ise de mevcut koşullar altında reformların gerçekleştirilmesi çok zor. İslamcıların gücü küçümsenemez. Demokrasiye geçiş uzun ve fırtınalı bir süreci gerektirecek, toplumu reformlar etrafında birleştirebilecek cesur ve yaratıcı liderlere ihtiyaç var. Onlar da şimdilik ortalıkta gözükmüyor.