ULUSLARARASI Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) İcra Direktörleri Kurulu, 4 Şubat’ta, İran dosyasının tümünün BM Güvenlik Konseyi’ne de sunulmasını içeren kapsamlı bir karar kabul etti. Bu aşamada konsey, konuyu ele almayacak.
6 Mart’ta UAEK Genel Direktörü El Baradei, 4 Şubat ve daha önceki kararlara İran’ın ne derecede uyduğunu belirten bir raporu kurula verecek ve bu rapor yine Güvenlik Konseyi’ne sunulacak.
UAEK kararında, üzerinde özellikle durulması gereken iki nokta var. Birincisi, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NSYÖA) taraf ülkelerin barışçı maksatlarla nükleer enerji alanında araştırma, nükleer enerji üretme ve kullanma hakkını engellemediğidir. İran’ın uranyum zenginleştirme programı da aslında bu hak kapsamına giriyor.
***
İran nükleer programının endişe yaratan yönü şeffaf olmaması, nükleer faaliyetlerin UAEK’nın gözetiminden kaçırılması, İran’ın 2003 yılında imzaladığı; fakat hálá onaylamadığı NSYÖA ek protokolünü tam olarak uygulamamasıdır. İran ayrıca nükleer silah üretiminde kullanılabilecek dokümantasyona ve bazı tesis ve çift kullanımlı ekipmana sahiptir.
İran’dan nükleer zenginleştirme programını askıya almasını istenmesindeki ısrar, bu nedenlerden kaynaklanıyor. Kararda dikkat çekici ikinci nokta, bazı devletlerin girişimiyle, Dışişleri Bakanı Gül’ün de desteklediği, Ortadoğu’nun kitle imha silahlarından ve bunları taşıyacak füzelerden arınmış bir bölge olması hedefine yapılan atıftır. Tabii bugün için platonik bir atıf.
4 Şubat kararından sonra İran, UAEK ile yürüttüğü ve nükleer tesislerin ani denetimini de içeren işbirliğine son verdiğini bildirdi. Şimdi artık gözler Güvenlik Konseyi’ne çevrilmiş bulunuyor. 6 Mart’a kadar İran’ın, uranyum zenginleştirilmesinin kendi ülkesinde değil, Rusya’da yapılmasını kabul etmesi krizi çözebilirdi; fakat anlaşılan İran buna kapıyı kapattı.
Güvenlik Konseyi’nin ne yapabileceği de belli değil. Rusya ve Çin, UAEK kararına destek verdiler; fakat konseyde İran’a karşı yaptırımları desteklemeleri ihtimali zayıf. Kaldı ki İran gibi büyük bir petrol ve gaz üreticisi ve ihracatçısına ekonomik yaptırım uygulamak, dünya ekonomisine ters etki yapar. Konsey sadece bazı sembolik yaptırımlarla yetinmek mecburiyetinde kalabilir.
***
Peki Türkiye’nin tutumu nedir? Türkiye şimdiye kadar kendini fazla öne atmadı. Zaten şu anda ne Güvenlik Konseyi’nin, ne de UAEK’nın üyesi. Kurula gözlemci olarak katılan daimi temsilcimiz, 4 Şubat kararını destekledi. AB’nin genel yaklaşımını ve üç AB üyesinin çözüm bulma arayışlarını desteklediğimizi de bildirdik.
MGK Genel Sekreteri, Washington’da yaptığı temaslarda İran’ın nükleer silahlara, orta ve uzun menzilli füzelere sahip olmasının güvenliğimiz için bir tehdit oluşturacağını vurguladı, hatta füzesavar silahlara ihtiyacımızı gündeme getirdi. Türkiye için asıl problem, Güvenlik Konseyi’nden de bir sonuç çıkmadığı takdirde, İsrail veya ABD, İran’a karşı bir hava operasyonuna girişirlerse ortaya çıkacaktır.
Kuşkusuz, Gül’ün de önceki gün vurguladığı gibi, böyle bir operasyonda Türk hava sahasının kullanılması veya topraklarımızda lojistik destekten yararlanılması söz konusu olamaz. Buna ABD’nin ihtiyacı yok.
***
İsrail’in ise İran’daki yeraltı nükleer tesislerini tahrip edebilecek kudrette bombaları var; fakat uçaklarının menzili yeterli değil.
İsrail’in yine de bir başka ülke üzerinden İran’a saldırmasına ise Türkiye zannedersem tepkisiz kalamaz. İsrail’in bölgenin jandarması rolüne soyunmasına kolay kolay göz yummamamız gerekir.
İran’a bir İsrail saldırısı, bölgede Türkiye’nin menfaatlerini ciddi surette tehlikeye atacak bir karmaşa, şiddet patlaması ve istikrarsızlık yaratacaktır.