İran ‘merkez ülke’ mi oluyor?

TARİHİN garip cilveleri var. 11 Eylül 2001’den sonraki ABD politikasından şimdiye kadar en fazla kazanç sağlayan ülkelerden biri kuşkusuz İran.

O kadar ki son zamanlarda katıldığım toplantılarda en dikkatimi çeken nokta, İranlı diplomatlarda görülen bazen biraz abartmalı özgüven duygusu oldu.

Doğrusu pek de haksız değiller. ABD, Afganistan’a müdahaleyle İran’ın daima tehlike olarak algıladığı Sünni köktendinci Taliban’ı tasfiye etti. Irak müdahalesiyle can düşmanı Saddam’ı devirdiği gibi Şiilerin politik üstünlüğüne zemin hazırladı.

Irak’taki son seçimleri ABD kadar İran da alkışladı. Ayrıca petrol fiyatları yükseldiği için İran muazzam bir rant elde etti. Birbirine hasım iki devlet arasında çıkar örtüşmesi bu kadar olur!

* * *

İran’ın elinde iki büyük koz var. Enerji kaynakları ve jeopolitik durumu. 90 milyar varille dünya petrol rezervlerinin yüzde 9’una sahip. 26 trilyon metreküple dünya gaz rezervlerinin yüzde 18’ini elinde bulunduruyor. En önemli müşterileri Hindistan ve Çin olduğundan BM Güvenlik Konseyi’nde kendisine karşı ABD’nin girişimlerinde veto sahibi Çin’in desteğine güveniyor.

İran’ın Rusya ile ilişkileri de çok iyi. Çeçen militanlarına yardım etmiyor. Orta Asya’da iki ülke yakın bir işbirliği içinde. Tacikistan’daki iç savaşın sona erdirilmesini beraberce sağladılar.

Rusya, İran gaz yataklarından bazılarının geliştirilmesine yardım ettiği gibi ABD’nin itiraz ettiği İran-Pakistan-Hindistan gaz hattının inşasına kendi gaz şirketlerinin katılımını öngörüyor. Rusya, Buşer nükleer santralı inşasını tamamlamak üzere. Bu santralın nükleer yakıtını o temin edecek ve kullanılmış yakıtı geri alacak.

* * *

İran, Irak’ta hem diplomasisi hem de ajanlarıyla çok aktif. Bazı Şii gruplara silah sağladığı biliniyor. Irak’ın toprak bütünlüğünü destekliyor. Fakat bazı İranlı çevreler, Kürtleri aslen İranlı saydıkları için onların bağımsızlık veya otonomisinden kaygı duyulmaması gerektiğini düşünüyorlar.

Dolayısıyla İran’ın politikası biraz ikircikli. Bazı Arap ülkeleri Irak’taki seçimlerden sonra Belucistan’dan Beyrut’a kadar uzanacak bir Şii hilalinden endişe duyuyorlarsa da İran, bünyesinde önemli Şii nüfusu barındıran Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle çok yakın ilişkiler sürdürüyor.

Evet, İran’ın çok aktif ve oldukça başarılı bir politika güttüğü ve geniş bir bölgede ağırlıklı rol oynamaya başladığı kabul edilmelidir. Rejiminin handikapı olmasaydı kuşkusuz daha da fazla nüfuz ve kudret sahibi olurdu. Bugün en büyük sıkıntısı, ABD ile çatışma halinde bulunması.

* * *

ABD, İran’ın nükleer silah üretmek imkánını elinde tutmasını kabule yanaşmıyor ve nükleer zenginleştirmeye son verilmesinde ısrar ediyor. İran gerçekten de uranyumu nükleer silah imaline yarayacak ölçüde zenginleştirebilecek santrifüjlere sahip. Ancak İran bu durumdaki tek ülke değil.

Hatta İran’dan çok daha kısa zamanda nükleer bomba üretme kapasitesine ulaşmış birçok ülke var. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NSYÖA) nükleer zenginleştirmeyi yasaklamıyor. İran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) nükleer programlar üzerindeki kontrolünü artıran NSYÖA Ek Protokolü’nü de imzaladı ve bunu henüz onaylamadıysa da uygulamaya başladı.

Uranyum zenginleştirmesini askıya almaya da razı oldu; fakat bunu sürekli hale getirmeyi kabul etmiyor. İngiltere, Almanya ve Fransa’nın bir kompromiye varmak için sarf ettikleri çabaların ne sonuç vereceği hálá belli değil. Bu yüzden ABD’nin veya onun yerine İsrail’in İran nükleer tesislerini havadan tahrip etmeye kalkışmaları olasılığını kimse bu aşamada tamamen göz ardı edemiyor.

Evet, İran ‘merkez ülke’ tanımına yakın bir konuma gelmek iddiasında; fakat ciddi kırılganlıklarını aşması kolay olmayacak.
Yazarın Tüm Yazıları