ESKİ makalelerimi karıştırırken 5 Ekim 2002’de Irak’a ABD’nin müdahale etmesi olasığı hakkında ifade ettiğim şu görüş dikkatimi çekti:
‘...Operasyonun askeri yönünün Amerika’nın muazzam teknolojik gücü sayesinde başarılı olacağından kimse kuşku duymuyorsa da, harekát bittikten sonra ortaya çıkacak durumun ABD için büyük bir gaile oluşturmayacağından emin olmak çok zor. Irak ve Ortadoğu’daki gelişmeler, ABD kuvvetlerinin Irak’ta uzun süre kalmasını kaçınılmaz hale getirebilir. Amerikan askeri işgalinin uzaması ise bütün bölgenin istikrarını tehdit eder, Amerika aleyhtarlığının boyutlarını artırır ve global terörizme ivme sağlar.’
Kuşkusuz böyle bir öngörüde bulunmuş olmak marifet sayılmaz. Belki binlerce kişi o tarihte aynı tehlikeleri sezdi ve endişelerini belirtti. Peki nasıl oluyor da ABD bu kadar yanıldı? Savaş sebebi olarak ileri sürülen kitle imha silahlarının Irak’ta bulunmadığı belliydi.
CIA’nın istihbaratının ciddi kaynak ve bulgulara dayanmadığı bugün ortaya çıktı. Saddam rejiminin Usame bin Ladin ile hiçbir ilişkisi olmadığı da biliniyordu. Üzerinde çok durulan enerji güvenliğini sağlamak kaygısı da makbul bir sebep sayılamazdı. Nitekim petrol kaynakları, terör tırmandığı için bugün daha büyük tehlike altında.
***
Artık iyice anlaşılıyor, ABD’nin Irak politikasının arkasındaki başlıca dürtü ideolojiydi. İdeoloji ilk defa ABD’nin politikasını yönlendirmiyor. Vietnam savaşının doktrincileri, Savunma Bakanlığı’nın siyasi kontrolünü o zaman ele geçiren ‘neo-liberaller’di. 11 Eylül’ün yarattığı travmayı istismar ederek ABD’yi Irak macerasına sürükleyen ideologlar ise ‘neo-muhafazakárlar’.
Bu cereyanın arkasında köktendinci bir inanç da var: ‘Yeniden doğan Hıristiyanlar.’ İsa’nın dünyaya döneceğine ve bugünkü hukukun yerini İncil kanununun alacağına inanıyorlar.
Kiliselerinde ‘Şeytanın Müslüman ordularına karşı savaşında Başkan Bush’un muzaffer olması’ için dua ediyorlar. Bir yandan İslamcı terör, diğer yandan ABD’de küçümsenemeyecek siyasi güce sahip Hıristiyan köktendinciler. Bir kábus tablosu.
***
ABD, Irak konusunda sadece yanlış savaşı başlatmakla kalmadı. Irak’ın yönetiminde inanılmaz bir beceriksizlik ve pervasızlık sergiledi. İşkencelere, sadizme ve yolsuzluklara göz yumdu. Fakat bundan sonra Amerika’yı sürekli eleştirmekle ve kınamakla bir yere varılamaz.
Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Dominique Moisi’nin Financial Times’ta belirtmiş olduğu gibi, ‘Batı’da ve dünyanın başka yerlerinde Amerikan aleyhtarlığı saplantısı Batı toplumları için bir tehlikedir. Amerika şeytanlaştırılırsa Samuel Huntington’un medeniyetler çatışması kehanetinin gerçekleşmesi olasılığı çok daha fazla artar’.
Bu nedenle Irak’ta başlatılan siyasi sürecin başarılı olması, bütün Avrupa ve bölge ülkelerinin çıkarlarına uygundur.
***
Şimdi Bağdat’ta sözde BM’nin fakat aslında yine ABD’nin seçtiği geçici bir hükümet var. Görevi 2005 yılında bir nevi Kurucu Meclis seçimini hazırlamak olan bu hükümetin başarısı geniş ölçüde BM Güvenlik Konseyi’nde bir oydaşmaya bağlı.
Oydaşma sağlanamazsa, uluslararası toplum ve BM sorumluluğa ortak olmayı kabul etmezlerse, bundan sonraki gelişmeler daha ürpertici olur. Irak’ta bir kaostan kimse kárlı çıkamaz.