İTİRAF etmek gerekir ki, ABD'nin Irak'a saldıracağı bu yılın başından itibaren iyice belli olduktan sonra güttüğümüz politikayı tutarlı ve başarılı olarak nitelemek oldukça güç.
Amaç ilk önce doğru saptandı: Irak'ın savaştan sonra yapılanmasında söz sahibi olmak. Peki, niçin söz sahibi olmak istiyorduk? Irak'ın parçalanmasını ve özellikle Kuzey'de bağımsız veya fiilen bağımsızlığa yakın ve Kerkük bölgesinin petrol kaynaklarına sahip bir Kürt siyasi oluşumunu engellemek. 1 Mart'ta TBMM'de reddedilen tezkere bize bu fırsatı ve Kuzey'de yuvalanmış PKK gruplarının süratle temizlenmesini istemek imkánını veriyordu. Tezkere kabul edilseydi Kürtler Irak'ta ABD'nin vazgeçilmez müttefikleri haline gelmeyeceklerdi. Kuzeyde çok sayıda Türk kuvvetleri yanında bugünkünden daha fazla Amerikan birlikleri bulunacaktı. Bugün Amerikalılar bir türlü PKK'ya karşı harekete geçemiyorlar çünkü PPK militanları dağlarda üslenmiş bulunuyor, onları tasfiye edebilecek operasyonlara ayıracak kuvvetleri galiba yok.
* * *
Irak'ta açmaza sürüklenen ve çıkış stratejisi bulamayan ABD Türkiye dahil birçok ülkeden kuvvet takviyesi istiyor. Fakat şunu iyi bilmek lazım ki, şimdiki koşullar altında kuvvet göndermekle savaştan önce hedeflediğimiz siyasi sonuca ulaşabileceğimiz çok şüpheli. Üstelik Amerikalılar ve İngilizlerden sonra en fazla riske maruz kuvvetler bizim kuvvetlerimiz olacak. Iraklı aşiret reislerine sorduğunuzda bir kısmı ‘‘Kucaklarız’’, bir kısmı da ‘‘Keseriz’’ diyor. Tarih bize bu konuda kafi ışık tutmaktadır, ikisine de kanmamak lazım. Önemli olan risklerin kabil olduğu kadar iyi hesaplanmasıdır. Hükümet belirli riskleri göze almak pahasına Amerikalıların isteklerine olumlu cevap verebilir. Bu artık bir siyasi tercih meselesidir. Ne var ki, halen içinde bulunduğumuz aşamada, Irak'taki çok uluslu askeri gücü Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında toplamak ve BM'lere Irak'ın imarında ve siyasi yapılanmasında daha fazla rol vermek üzere Güvenlik Konseyi'ne sunulan karar tasarısının akıbetini beklemek isabetli olur.
* * *
Irak politikamız Türkiye'nin temel bir yaklaşımını sürekli yansıtıyor. Geleneksel olarak iç sorunlarımızın hep dışarıdan tahrik edildiğine ve bunların çözümünün yine dışarıda olduğuna inanmak eğilimindeyiz. Şimdi de Kuzey'de Kürtlere verilecek bağımsızlığın veya otonominin tehlikeli bir emsal yaratması başlıca kaygımız. Bu kaygı kuşkusuz geçerli, ancak asıl çözüm içerde. Türkiye'nin problemi üniter devlet olması değil. Üniter devlet çerçevesinde kültürel kimliklere biraz daha hoşgörülü davranırsak, dışlanmışlık duygusu yaratmamaya dikkat edersek, ekonomik ve sosyal gelişmeye gereken önceliği tanıyabilirsek, güvenlik politikamızı güvensizlik doğuracak boyutlara kadar zorlamazsak, Irak'ta oluşabilecek federasyon veya başka siyasal statüler Türkiye'de kimseye cazip gelmez.
* * *
Emekli Korgeneral Selahattin Çetiner'in ‘‘Mehmetçik Vakfı’’ tarafından yayınlanan ‘‘Sorunları ile Doğu ve Güneydoğu Gerçeği’’ başlıklı kitabı bu açıdan Kürt meselesine ilişkin incelemelere değerli bir katkı getiyor. 1980-83 yıllarında İçişleri Bakanı olan Çetiner gençliğinden beri bölgede çeşitli görevler ifa etmiş. Kitabında birçok önemli gözlemin yanı sıra, ‘‘...Kürt kökenli vatandaşlarımızın %95'inin ayrı bir devlet kurmak, Türklerden ve Türkiye'den kopmak gibi bir isteği, bir sevdası yoktur.’’ diyor. Bu teşhis doğrudur. Bu noktadan hareket ederek düşünce modelimizi değiştirmek zamanı gelmiştir. Bunu yaparsak Irak politikamız da daha akılcı bir mecraya girer.