IRAK'a karşı siyasetimiz bugüne kadar Saddam'a rağmen Saddam'ı desteklemek temeline oturtulmuş olduğu intibaını veriyordu.
Başbakan Ecevit iki gün önce Mehmet Ali Birand ile yaptığı söyleşide söylemini değiştirdi. Saddam'ı artık oldukça sert ifadelerle eleştiriyor ve haklı olarak onu feda edilebilecek bir lider olarak görüyor. Ancak yine de Saddam'ı devirmeye yönelik bir askeri operasyona karşı. Böyle bir operasyonun ister istemez Türkiye'yi de coğrafi konumu nedeniyle çatışmaya sürükleyeceğine inanıyor. Bu görüş pek ikna edici değil. Türkiye ne Irak-İran savaşında, ne de Körfez Savaşı'nda aktif bir rol üstlenmişti.
***
Türkiye'nin asıl ve meşru endişesi, Irak'a karşı bir operasyonun bir Kürt devletinin kurulmasına yol açması olasılığıdır. Genelkurmay Başkanı böyle bir gelişmeyi hazmedemeyeceğimizi birkaç gün önce belirtti, fakat yine kendisi buna sadece Türkiye'nin değil, Rusya, İran ve Arap ülkelerinin de karşı olduklarını kaydetti. Peki, o zaman bir Kürt devleti nasıl kurulabilecek ve nasıl yaşayabilecek? Tek başına ABD'nin desteği ve himayesi ile mi?
***
Türkiye'de özellikle bazı çevrelerde ABD'nin niyetleri sürekli sorgulanıyor. Hele bir veya iki Amerikan Düşünce Merkezi, Kürt devleti fikrine yanaşırsa bu fikir otomatik olarak ABD Hükümeti'ne mal ediliyor. Bu kuşkuların en basit mantıkla bağdaşmadığı unutuluyor. Şu soruyu sormak lazım: İstikrarı sarsılmasın diye Türkiye'ye son üç yılda IMF ve Dünya Bankası'nca 40 milyar dolar kredi verilmesini sağlayan ABD niçin Irak'ta bir Kürt devleti yaratarak can damarımıza bassın? Körfez Savaşı'nda Saddam'ın safdışı edilmemesini her zaman eleştirmiş olan Henry Kissinger, ‘‘Amerika'nın Bir Dış Politikaya İhtiyacı Var mı?’’ başlıklı son kitabında bakın ne diyor: ‘‘Irak'ın parçalanması korkusu savaşın süratle sona erdirilmesinin nedenleri arasındadır. Basra'da başlamış olan Şii isyanı, güneyde İran'a kayan bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasına yol açabilirdi. Diğer taraftan kuzeyde bağımsız bir Kürt devleti kurulması Türkiye'yi tedirgin ederek, onu Körfez'de ABD'yi desteklemek politikasından vazgeçirebilirdi.’’ ABD, 11 Eylül sonrası şartları altında bu defa Saddam'ı tasfiyeye kalkışsa bile yine aynı kaygıları duyacaktır.
***
Bir ülkeye karşı politika tek bir lidere odaklanamayacağına göre, Türkiye'nin artık, ABD, Irak'a karşı bir operasyona girişsin veya girişmesin, Saddam sonrası senaryolar üzerinde durması zamanı gelmiştir. Bu açıdan bakılınca Türkiye için en tehlikeli gelişmenin Irak'ta bir demokratikleşme sürecinin başlatılması olduğu söylenebilir. Çünkü böyle bir sürecin Irak'ı Kürtlere geniş özerklik sağlayacak ikili veya üçlü bir federasyona götürmesi ihtimali kuvvetlidir. Ve bu yüzdendir ki Irak politikasını Türkiye'deki Kürt sorunundan soyutlamak imkánı yoktur. Türkiye, Saddam sonrası gelişmelerden etkilenmek istemiyorsa bir an önce PKK terörüne karşı kazandığı büyük başarıyı tamamlayarak Kürt kökenlilerin diğer ülkelerdeki oluşumlara bir nebze bile gıpta ile bakmalarını önleyecek bir uzlaşma ve dayanışma ortamı yaratmalıdır. Bunu, Avrupa Birliği'nin de bizden beklediği gibi, daha çok psikolojik etki yaratacak sınırlı bazı adımlar ve ekonomik-sosyal programlarla gerçekleştirmek o kadar zor değildir.
***
Saddam sonrası Irak'ın bölgedeki ağırlığı da Türkiye için önemli olacaktır. Bu alanda yine Kissinger'ın ne dediğine bakalım: ‘‘Saddam tasfiye edildikten sonra nasıl bir Irak istediğimizi de düşünmek zamanı gelmiştir. Irak bölgedeki güç dengesini bozacak kadar kuvvetli olamamalı, fakat aynı zamanda hırslı komşularına, özellikle İran'a karşı bağımsızlığını koruyabilecek güce sahip bulunmalıdır.’’ Bu görüşe katılmakta da Türkiye'nin herhalde bir sıkıntısı yoktur.
***
Irak politikamızı koşullandıran zihni kıskaçlardan kurtulmalıyız. Biraz daha fazla gerçekçiliğe ve siyasi cesarete ihtiyacımız var.