ÖNÜMÜZDEKİ aylarda Irak’taki durumun ne yönde gelişeceğini öngörmek imkánsız.
En iyimser tahminle belli başlı etnik ve mezhepsel grupları bir araya getirecek bir hükümet kurulabilse dahi, Anayasa değişiklikleri ve Kerkük’ün statüsü konularında oydaşma sağlamak kolay olmayacaktır.
Yeni hükümetin, şiddetin durdurulmasında ne ölçüde başarı sağlayabileceğini de bugünden kestirmek mümkün değil. ABD kuvvetlerinin şimdiki aşamada geri çekilmesinin tam bir kaosa ve parçalanmaya neden olacağı görüşü ağır basıyor.
Fakat bu kuvvetlerin mevcudiyeti de şiddeti besleyen bir unsur. Kaldı ki bir hükümet kurulsa, şiddet kontrol edilebilir boyutlara indirilse, kısmi bir istikrar sağlansa, ABD kuvvetleri çekilse bile, Irak birliğini ve bütünlüğünü korumakta sürekli zorlanacaktır.
* * *
Bu durumda Türkiye’nin bütün olasılıkları göz önünde tutan esnek ve tutarlı bir politika gütmesi gerekir. Böyle bir politikanın temel parametrelerini saptamak için ise her şeyden önce 2003 yılından beri yaptığımız hataların ve içine düştüğümüz çelişkilerin hatırlanması kuşkusuz yararlı olacaktır.
Geriye baktığımız zaman, 2003’teki ABD müdahalesini önlemek amacıyla iyi niyetli diplomatik girişimlerde bulunduğumuzu; fakat savaş kaçınılmaz hale gelince bir hayli bocaladığımızı görürüz. Kısaca, o tarihteki gelişmeleri hatırlayalım:
6 Şubat 2003’te TBMM, askeri üs, tesis ve limanlarımızın yenileştirilmesi maksadıyla ABD teknik ve askeri personelinin 3 aylık bir süre için Türkiye’ye gelmesini kabul ediyor. Amerikalılar gelip çalışmalara başlıyorlar. Bu çalışmaları takiben Amerikan kuvvetlerinin Türkiye üzerinden Kuzey Irak’a geçmesine izin verilmesi bekleniyor.
Fakat 1 Mart’ta 62 bin askeri personelin ve bir miktar hava kuvvetinin 6 ay süreyle Türkiye’de konuşlanmasını ve muharip birliklerin en kısa sürede Türkiye dışına intikalini öngören Başbakanlık tezkeresi Meclis’te dramatik sahneler içinde reddediliyor. Tezkerenin kabulünün Kuzey Irak’ın statüsünün ve sınırlarının saptanmasında Türkiye’ye ağırlıklı bir rol kazandıracağını ve bölgede yuvalanmış bulunan PKK teröristlerinin tasfiyesine imkán vereceğini o tarihte düşünenler çoktu.
Bu beklenti gerçekleşebilir miydi? Bu soruya bugün kesin bir cevap vermek olanaksız. Ancak 1 Mart Tezkeresi’nin kabulünün Türkiye’yi savaşa sürüklemiş olacağı iddiasının tutar tarafı yok. Türk ordusunun operasyonlara katılması söz konusu değildi. ABD kuvvetleri güneyde Kuveyt üzerinden Irak’a saldırdı. Kuveyt bu yüzden savaşa mı girdi? Hayır. Üstelik Arap ülkelerinin çoğu onu eleştirmedi bile.
* * *
7 Ekim 2003’te TBMM, güvenlik ve istikrara katkı yapmak amacıyla Irak’a kuvvet gönderilmesini büyük bir çoğunlukla kabul etti. Oysa bu kararın uygulanması 1 Mart Tezkeresi’nin uygulanmasından çok daha riskli olacaktı. Irak’ta artık Baasçıların direnişi ve El Kaide ilhamlı terör başlamıştı.
Kürtler askeri bakımdan daha da kuvvetlenmişlerdi. Çeşitli tahrikler askerlerimizin güvenliğini tehlikeye atacaktı. Bu kuvvetler Amerikan komutası altında olacaktı. Çuval olayı ise daha birkaç ay önce cereyan etmişti.
1 Mart’ta olumsuz oy verdikten sonra 7 Ekim’de olumlu oy vermekten daha büyük çelişki olamazdı. Bereket versin Araplar ve Kürtler karşı çıktıklarından bu karar tatbik edilemedi.
Yanlışlıklarımız bunlardan ibaret değil. Türkmen politikamızın başarılı olmadığını da kabul etmeliyiz. Dolayısıyla Irak yeniden belirsiz bir döneme girerken eski tecrübelerimizden yararlanarak serinkanlı ve gerçekçi bir değerlendirme yapmalıyız.