POLİTİK olduğu kadar mezhepsel bir iç savaş niteliğine bürünen şiddet olayları sürüp giderken Irak’ın parçalanması ihtimali de daha fazla gündeme geliyor.
Deneyimli siyasi ve diplomatik şahsiyetlerin yanı sıra yetenekli bölge uzmanlarını da bünyesinde barındıran "Uluslararası Kriz Grubu"nun Irak üzerindeki son raporunda önemli bir uyarı var:
"Uluslararası toplum, komşu ülkeler dahil, Irak’ın parçalanması olasılığını göz önünde bulunduran ve bir parçalanmanın kaçınılmaz olarak bölge güvenliği ve istikrarı üzerindeki etkilerini sınırlamayı amaçlayan bir plan üzerinde artık çalışmaya başlamalıdır. Şimdiye kadar böyle bir çalışma fikri tabu sayılıyordu; fakat artık gerçeklere göz kapamak ileride büyük felaketlere yol açar."
***
Kürtlerin ayrı bir devlet kurmalarını önlemek, Türkiye’nin Irak politikasının özünü oluşturduğu için Ankara aslında başından beri Irak’ın parçalanmasını önlemeye yönelik diplomatik atılımlar içinde olmuştur. Bütün siyasi ve dini gruplar ile temasların, komşu ülkelerle ve ABD ile sürekli görüş alışverişinin amacı, başka bir şey değildi.
Dışişleri Bakanlığı’nın yüksek düzeydeki temsilcileri de, hafta içinde bir grup gazeteciye verdikleri brifingde parçalanma senaryosuna karşı düşünülen politikaları açıklamışlar. Bunlar arasında uluslararası toplumun parçalanmadan doğabilecek devletleri tanımasını önlemek, komşu ülkelerin ayrılıkçı devletleri sahiplenmesini engellemek, Irak’ta ılımlı unsurları bir uzlaşma platformunda toplamaya çalışmak gibi tedbirler var.
Bunların hepsinin çok yerinde olduğu kuşkusuz. Ancak uygulamada taktik bakımdan tereddüt uyandıran noktalar da yok değil. Örneğin, daha hükümetini kuramamış olan, sadece Sünnilerin, Kürtlerin, laiklerin değil, Şiilerin de önemli bir kısmının muhalefet ettiği Başbakan Caferi’nin Ankara’ya gelmesinde bu kadar acele edilmesi yine bir zamanlama hatası değil miydi?
Caferi’nin başlıca destekleyicisi ve radikal tutumuyla tanınan Mukteda El-Sadr’ın da Ankara’ya geleceği haberi şimdilik doğrulanmıyor. İsabet; çünkü Sadr’ın ziyareti taraf tuttuğumuz izlenimini büsbütün kuvvetlendirirdi. Irak’ın birliğinin sembolü olan Cumhurbaşkanı Talabani’nin hálá davet edilmemesi ise yine bir çelişki. Bir politikanın káğıt üstünde iyi planlanması yetmez, uygulanmasının da tutarlı olması gerekir.
***
Diğer taraftan Irak parçalanırsa ne yapacağımız belli değil. Evet, kurulacak devletlerin tanınmasını önlemeye çalışacağız. Zaten tanıma konusunda herhalde kimse fazla acele etmeyecek. Fakat kendilerini devlet ilan eden birimlerle her türlü ilişkiyi kesmek ne bizim, ne de diğer komşu ülkeler için mümkün.
Varsayalım ki Kerkük de Kürtlerin elinde kaldı. Kerkük-Yumurtalık hattının kullanımını engelleyecek miyiz? Kürt bölgesiyle ticaretimiz ve oradaki yatırımlar ne olacak? Gerçekleri görmek lazım. Bir parçalanma halinde askeri müdahale opsiyonu bu sefer Türkiye için bir felaket senaryosunun gerçekleşmesi olacağından yapabileceklerimiz kısıtlıdır.
Sınırlarımızın güvenliğini ihlal eden gelişmelerin önlenmesi dışında yapabileceğimiz fazla bir şey olmayacak. Bazılarının ileri sürdüğü gibi ABD kuvvetleri çekilince BM şemsiyesi altında bir müdahale fikri de hayalden ibaret. Iraklı Kürtlerle karşılıklı çıkarlara dayanan dengeli bir ilişki zemini geliştirmekten başka çare pek görünmüyor.
Irak Kürtlerinin fiilen veya hukuken devlet olarak tanınmasının Türkiye’nin iç sorunlarını etkileyebileceği doğrudur. Fakat bu etkileri bertaraf etmenin çarelerini çok daha geniş boyutlu bir politik vizyonda aramalı ve bulmalıyız.