GEÇEN hafta Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’a yakın olduğu iddia edilen bir Fransız, Ankara’da hükümete yakın çevrelerle temas ederek tam üyelikten daha cazip bir ‘İmtiyazlı Ortaklık’ formülü ileri sürmüş.
Bu formülün başlıca avantajları şöyle imiş: Türkiye AB müktesebatının çok masraf gerektiren çevre standartları gibi yükümlülüklerinden kurtulacak, Kıbrıs ve Ege sorunları gündemden düşecek, imtiyazlı müzakere sürecinde Güney Kıbrıs’a ve Yunanistan’a veto hakkı tanınmayacak, Ermeni soykırımı iddiaları sona erecek, Kürt sorunu Kopenhag siyasi kriteri niteliğini yitirecek. Dahası var. Türkiye neredeyse üye olmuş kadar AB fonlarından yararlanacak. Türkiye AB üyesi olmadığı halde Avrupa savunma ve güvenliği konusunda oy hakkına sahip olarak Savunma Bakanları Komitesi’ne üye olacak.
***
Franda’da imtiyazlı ortaklık formülü üzerinde en fazla ısrar eden Valéry Giscard d’Estaing’dir (VGE). 11 Mayıs tarihli Paris Match dergisinde yayımlanan bir söyleşide, bugünkü AB antlaşmaları hukuku imtiyazlı ortaklığa imkán vermediğinden Türkiye’nin üyeliğine evet veya hayır demekten başka seçenek bulunmadığını, müzakereler ileri bir aşamaya geldikten sonra hayır demenin son derece güç olacağını, Avrupa Anayasası’na bu nedenle hem Türkiye ve hem de Rusya düşünülerek 57’nci madddenin eklendiğini belirtiyor. 57’nci maddeye göre AB imtiyazlı ilişkiler kurmak için komşuları ile spesifik anlaşmalar aktedebilecek. Bu anlaşmalar karşılıklı hak ve yükümlülükler içerebilecek ve ortak bazı hareketler düzenlenebilecek.
VGE’nin Ankara’yı ziyaret eden esrarengiz Fransızın çizdiği çerçevede bir ortaklık öngördüğünü sanmam. Kaldı ki ortaya atılan formülün bazı yönleri inandırıcı olmaktan çok uzak. Örneğin Türkiye ile imtiyazlı ortaklık müzakerelerinde Güney Kıbrıs ve Yunanistan veto hakkından nasıl mahrum bırakılacak? Açıkça nitelikli oyla karar alınmasının öngörüldüğü haller dışında AB Konseyi ittifakla karar alır. Nitelikli oy sisteminin müzakerelerde geçerli olması kararı alınacaksa, bu kararın yine ittifakla alınması gerekecek. Ermeni soykırımı iddialarına gelince, bu iddiaların üyelik sürecinde Türkiye tarafından kabulünün istenmesi zaten söz konusu değil.
***
Kıbrıs meselesinin ve Ege sorunlarının gündemden düşmesi nasıl olacak?Kıbrıs’ta problem yalnızca AB mi? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki geyrimenkul davaları ne olacak? Kıbrıslı Türklerin gittikçe pasaport, iş, sağlık hizmetleri ve ticaret alanlarında Güney’e bağımlı hale gelmelerinin KKTC’nin egemenliğinde sebep olduğu erozyon nasıl durdurulacak? Çözüm içinde AB’ye entegre olmak isteyen Kıbrıslı Türklerin beklentilerini bir tarafa mı bırakacağız? AB üyesi olalım veya olmayalım Ege sorunlarının müzakerelerle çözümlenerek Yunanistan ile tırmanmaya müsait gerginliklerin sona erdirilmesi milli çıkarlarımıza uygun değil mi? AB’ye üye olmadan Güneydoğu sorunu daha mı kolay halledilecek? Tanıdığımız kültürel haklar geri mi alınacak? AB’ye katılmadan Güvenlik ve Savunma politikalarının tespitinde oy sahibi olmamız mümkün mü? Bu soruların bir tanesine bile olumlu cevap verilebileceğini sanmıyorum.
***
Hayal gücü ile milli sorunları çözümlemek olası değildir. Ciddi bir devlet yarım asırdır peşinde koştuğu bir ideali gerçekleştirmek yolunda en kritik bir aşamaya gelmişken birdenbire yolundan sapmaz. Fransa ve Almanya’daki olumsuz gelişmeler 3 Ekim’de üyelik müzakerelerinin başlamasını engelleyemez. AB çevrelerinin ve uluslararası mali kurumların güven ve takdirini kazanmış bulunan Devlet Bakanı Babacan’ın başmüzakereci seçilmesi Türkiye’nin AB politikasındaki sebatını göstermek bakımından da sevindiricidir.