İlter Türkmen: İki teşhis






İlter TÜRKMEN
Haberin Devamı

EKONOMİK buhran, politik karamsarlık ve sosyal çalkantılar içinde geçirdiğimiz son haftalarda hemen hepimiz, nasıl ve neden bu noktaya geldiğimiz sorusunu sürekli kendi kendimize sormadan edemedik. Bu bağlamda, demokrasimizdeki ve ekonomideki tıkanıklığın sebepleri hakkında biri tarihi, diğeri de güncel olan iki teşhise değinmek istiyorum.

* * *

Tarihi teşhis büyük bir zevk ve istifade ile okuduğum Dündar Soyer'in ‘‘Cumhuriyet'le adım adım-olaylar anılar’’ adlı kitabında mevcut. Soyer, bu kitabında İsmet İnönü'nün İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda çok partili demokrasiye geçiş kararının Cumhuriyet'in temel niteliklerini ve reformlarını tehlikeye düşürebileceğinden bazı çevrelerde kaygı duyulduğunu naklediyor. Özellikle bir grup ‘‘devrimlerin henüz toplumun bütün derinliklerine kök salmamış olduğu’’ görüşünü savunmuş. Daha da ilginci, o zamanki ABD Başkanı'nın İnönü'ye gönderdiği mektup. Truman bu mektubunda, ‘‘Dünyanın yaralarını saramadığı bir dönemde ve böyle bir ortamda ülkeyi çok taraflı demokrasiye götürmeniz tarafımdan endişe ile izlenmektedir. Ancak bu hareketin başında sizin gibi dirayetli bir devlet adamının bulunması korku ve endişelerimizi hafifletmektedir’’ diyor.

* * *

Sonrasını biliyoruz. İnönü kuşkusuz çok asil nedenlerle ve herhalde süreci kontrol edebileceğini düşünerek çok partili siyasi hayatı başlattı ve o günden beri ne yazık ki demokrasi tam rayına oturamadı. Cumhuriyet'le demokrasi bir türlü barışmadı. Demokrasi ile iyi ve etkin yönetim bağdaştırılamadı. Toplumsal uzlaşıya dayalı reformlar yapılamadı. Devlet küçülebileceğine büyüdü ve büyüdükçe temel işlevinden uzaklaştı. Bu sonuçta askeri müdahalelerden bile ders almayarak popülist ve sorumsuz politikalar gütmekten asla kendilerini kurtaramayan bütün siyasi partilerin günahı büyüktür.

* * *

İkinci ve de güncel teşhisi Devlet Bakanı Kemal Derviş yaptı. Ekonomik programı kamuoyuna takdim ederken yaşadığımız krizin temel nedenine de parmağını bastı: ‘‘Sürdürülemez bir iç borç dinamiğinin oluşması.’’ Kamu kesiminin toplam borç stokunun GSMH'ye oranı 1992'de % 29 iken, 2000 yılında % 65'e kadar yükselmiş. Kamu bankalarının görev zararları aynı zaman dilimi içinde sıfırdan GSMH'nin % 20'sine kadar yükselmiş.

* * *

Şimdiye kadar politikacılarımız ve hatta çok saygın bazı ekonomistlerimiz Türkiye'nin dış borç yükünün birçok AB ülkesinden, örneğin İtalya ve Yunanistan'dan daha az olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Unutulan nokta, hiçbir ülkede faiz yükünün kamu gelirlerinin % 95'ini yutması gibi bir durumun mevcut olmadığı idi. Avrupa basını bu olgudan hareketle günlerden beri Türkiye hakkında çok karanlık bir tablo çiziyor.

* * *

Demek ki facianın başlangıç noktası 1992, hatta 1990 Özal sonrası devrin başlangıcı. Bu teşhise kendisinin hedef alındığını düşünen 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den ve profesyonel Özal muarızlarından şiddetli itirazlar geldi. Fakat tarihler ve rakamlar acımasız. Demirel dışında sorumluların çoğu da bugün ya iktidar ya da muhalefet saflarında hálá aktif politika yapıyorlar. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu köklü siyasal, ekonomik ve sosyal reformların onların güdümünde gerçekleşebileceğinden kuşku duyulmasından ve yeni politik simalar aranmasından daha doğal ne olabilir? Derviş gerçekleri söylediği ve güven uyandırdığı için bir kurtarıcı gibi algılanıyor. Bugünkü hükümetin yapabileceği en akıllıca iş, onun etrafında kenetlenmek ve onu yüzde yüz desteklemektir. Derviş'in elinde muazzam bir güç var. Sabrı taşar ve çekip giderse hükümet çöker. Program başarılı olursa bunun kredisi hükümete değil, kendisine ait olur. Partilerle arasındaki mesafeyi sürdürmesi ve bir parti ile özdeşleşmek için acele etmemesi bu açıdan isabetli olur.

Yazarın Tüm Yazıları