İki kritik yıl

2001 yılı sonuna yaklaşıyor. 2002 ve 2003 yılları Türkiye için tarihinin en kritik yılları olacak.

50 yıllık bir bocalamadan sonra istikrarlı, iyi yönetilen ve insan haklarına saygılı bir demokrasiye sahip olabilecek miyiz, enflasyonu yenerek ekonomide büyüme sürecini başlatabilecek miyiz, Avrupa Birliği'ne katılabilecek miyiz gibi soruları cevabı bu iki yıl içinde belirlenecek.

Türkiye'deki perişan siyasi tablonun bu süre içinde değişmesi kaçınılmazdır. Daha önce yapılması gündeme gelmezse, 2004 yılında seçim var. Yeni bir seçim ve Siyasi Partiler Kanunu kabul edilmez ve halkın güvenini kazanabilecek yeni siyasi oluşumlar ortaya çıkmazsa, Türkiye bugünkünden bile daha kötü bir mecraya sürüklenir.

* * *

Türkiye'de siyasetçi profili değişmeden de hiçbir yere gidilemez. Her şeyden önce yaşam boyu parti liderliği geleneği mutlaka sona erdirilmelidir. İngiltere'de Margaret Thatcher, Fransa'da Giscard D'Estaing, Almanya'da Helmut Schmidt milli ve uluslararası politikada derin izler bırakmış olmalarına rağmen siyaset sahnesine geri dönmeyi akıllarından bile geçirmiyorlar. Geçirseler bile hiçbir şansları yok. Bizde ise bugünkü siyasi ve ekonomik açmazların başlıca sorumluları hálá kendilerini yıpranmamış saydıkları gibi, tek tük umut verici simalar belirince onları yıpratmaya çalışıyorlar. Bu politika anlayışı egemen olduğu sürece Türkiye bugünkü kısırdöngüden kurtulamaz.

Ekonomik bakımdan önümüzdeki iki yıl bir dönüm noktası teşkil edecektir. Şu anda IMF'nin tekrar imdada yetişip 2002 için öngörülen finansman açığını kapatması bekleniyor. Fakat mesele bundan ibaret değil. IMF çevreleri ve onun kararlarında etkin olan hükümetler, Türkiye ekonomisinin bir dipsiz kuyu olmasından gittikçe daha fazla kaygı duyuyorlar. 2002 bütçesinin parametreleri tasvip görmekle beraber bütçe hedeflerine varılabileceği konusunda ciddi kuşkular var. Özellikle iç ve dış borç stokunun gittikçe artmasından endişe duyuluyor. Yerli sermayenin yatırım yapmaktan kaçınarak dış pazarlara yöneldiği, tasarrufların ya yabancı bankalara yatırıldığı veya yastık altında tutulduğu bir ülkeye IMF'nin sürekli yardım yapmasının ne kadar isabetli olduğu sorgulanıyor. 2002 yılında yardıma devam edilse bile, ekonomiyi istikrara ve büyümeye kavuşturacak bir güven ortamı sağlanamazsa 2003 yılından itibaren yavaş yavaş artık kendi kaderimize terk edilmemiz kuvvetli bir olasılık.

Önümüzdeki iki yıl AB üyeliği için hayati olacak. En geç 2004 yılında üyelik müzakerelerinin başlamasına imkán verecek koşullar yaratılamazsa, üyeliği unutmak gerekecek. Türkiye işte o zaman tarih ile randevusunu kaçırmış olur. Modern bir devlet, küreselleşme ile uyum içinde güçlü bir ekonomi, sağlam ve liberal bir demokrasi emellerine veda etmekten başka çare kalmaz. Ülkenin güvenlik ortamı zedelenebilir. Sosyal çelişkileri derinleşir. Türkiye'nin yakın tarihi kemikleşmiş düşünce modellerimizi değiştirmeden ilerleyemeyeceğimizi tekrar tekrar ispatlamıştır. Bunu AB dışında yapabileceğimizi hayal edenler çok yanılıyorlar.

* * *

AB üyeliği hedefi ile uyumlu ve Türkiye'nin jeopolitik konumunu azami derecede değerlendirecek bir politika güdüp güdemeyeceğimiz yine bu devrede anlaşılacaktır. Dış politikada gerçeklerden uzak beklentilerden sıyrılmalıyız. Sorunlar arasındaki bağlantılarda hata yapmamalıyız. Örneğin uluslararası teröre karşı girişilen savaşa Türkiye'nin büyük bir olasılıkla kapsamlı bir katkısı olacak. Bunun uluslararası prestijimizi yükselteceği, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya'da nüfuzumuzu artıracağı söylenebilir. Fakat bu yoldan AB'ye giriş sağlanamaz. Kıbrıs meselesinde mevcut denklem değişmez ve Türkiye'ye bol bol dış yardım akmaz.

Bir noktayı gözden kaçırmamak lazım. 2002 ve 2003 yıllarında sadece politikayı yönetenleri değil, fakat bütün toplumu büyük bir görev bekliyor. Toplumun nüfuzlu temsilcileri de sorumluluklarının bilinci içinde olmalıdırlar.
Yazarın Tüm Yazıları