BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın önerileri temelinde bir çözüme artık imkán kalmadığı kanaatinde olduğumu geçen haftaki ‘‘Saat tıklıyor’’ başlıklı yazımda belirtmiştim.
Zaten gelişmeler ve gittikçe daha buruk ve duygusal söylemler de yanılmamış olduğumu teyit ediyor. Ancak, defter kapanmış olsa da Annan belgesi üzerinde çok kere kalıp-fikir çatışmaları ve hatta niyet yargılamaları şeklinde cereyan eden yüksek gerilimli tartışmaların biraz deşilmesinde yarar olabilir. Siyasal algılama ve davranış modellerinin eleştirel bir incelemesinin politik kültürümüze katkıda bulunabileceğini düşünüyorum.
* * *
Bunları söylememin sebebini izah edeyim: 1992'de o zamanki Genel Sekreter Butros Gali'nin sunduğu ‘‘Fikirler Dizisi’’ ile Kofi Annan'ın sunduğu öneriler arasında aslında çok büyük bir fark yok. Bazı marjinal konularda birisi, bazılarında da diğeri ilk bakışta Türk tarafının daha lehinde görünebilir. Fakat güvenlik, iki bölgelilik, sınırlar, ortak devlete katılım, gayrimenkuller gibi kritik alanlarda benimsenen kavramlar ve ileri sürülen çözümler birbirlerine çok yakındır. Kofi Annan'ın önerilerini hazırlayanlar ‘‘Fikirler Dizisi’’nden geniş ölçüde ilham almışlardır. Ancak her iki çözüm önerisine gerek Kıbrıs Türk tarafının gerek Türkiye'nin tepkileri taban tabana zıt oldu.
* * *
İki çözüm paketi arasındaki benzerlik konusunda aksi fikri savunanlar olduğunu biliyorum. Özellikle gayrimenkuller konusunda Gali planının mülk iadesine hiçbir suretle yer vermediği ve toptan bir karşılıklı tazminat ödenmesini öngördüğü ileri sürülüyor. Pek öyle değil. Gali'nin önerilerinde de mülkün iadesi ile tazminat arasında bir denge kurulmasına çalışılmıştı. Rumlara gayrimenkullerine dönme kapısı kapatılmış değildi. Kıstas yine aynıydı: Mülkiyet hakkının olduğu kadar iki bölgeliliğin de korunması. Nitekim Annan belgesinde, gayrimenkullerin eski sahiplerine iadesi prensibi benimsenmekle beraber bu hakkın pratikte sınırlandırılması için takas, tazminat, kiralama, tapu iadesinin ertelenmesi gibi çözümler öngörülüyor. Kaldı ki KKTC'nin elinde 1974'te Güney'den Kuzey'e göç edenlere ait takas edilecek 40.000 tapu bulunuyor. Gali önerilerindeki harita da, eğer çok yanılmıyorsam Annan'ın ilk önerilerinde Karpaz'ın tamamını Türk tarafına bırakan harita ile hemen hemen aynı. Türk tarafının kontrolüne bırakılan alan yine % 28.5 idi. 1992'de Güvenlik Konseyi'ne sunduğu raporda Gali, Cumhurbaşkanı Denktaş'ın % 29'un biraz üstünde bir oranı kabule hazır olduğunu, fakat haritaya itiraz ettiğini belirtiyor. Aradaki fark % 1'den ibaret.
* * *
İki çözüm önerisi arasında içerik açısından değil, metodoloji ve politik yaklaşım açısından fark olduğu doğrudur. Gali'nin önerisi, Annan'ın önerisi kadar ayrıntılı değildi, içinin doldurulması gerekiyordu. Annan'ın paketi bir çözümün hemen hemen bütün unsurlarını kapsıyor. Politik yaklaşım açısından ise Annan önerisi Kıbrıs'ın AB üyeliği çerçevesine oturtulmuştu. Kıbrıslı Türkler ile Rumların yepyeni bir politik, ekonomik ve psikolojik ortam içinde bir araya gelebilecekleri varsayımından hareket edilmiştir.
* * *
KKTC 1992'de harita konusunda çekince koyarak Gali planını kabul etmiş, Rum tarafı ise toptan reddetmişti. 2002'de ise önceliği AB üyeliğine veren Rum tarafı Kopenhag AB zirvesinde Annan önerilerini imzalamaya hazırdı, reddeden taraf bu defa KKTC oldu. 1992'de Gali önerilerine karşı Türkiye'de bir tepki doğmamıştı. Bugün ısrarla öne sürülen stratejik savlardan kimse söz etmiyordu. KKTC halkı ise Gali planına karşı büyük bir ilgi göstermemişti. Bugün ise tepkiler tamamen tersine dönmüş bulunuyor. Kuzey Kıbrıs'ta kamuoyunun önemli bir kısmı Annan önerilerini destekliyor, Türkiye'de ise bu önerilere karşı 1992'de hiç görülmeyen bir direnç var. Acaba ne değişti? Galiba bunun cevabı Avrupa Birliği. Kıbrıs Türkleri, Annan önerileri ile hemen ve garantili olarak AB üyeliğinin kendileri için gerçekleşeceğini gördüler ve bunu büyük bir avantaj olarak algıladılar. Türkiye'de ise aynı yaklaşım yok. AB üyeliği çok uzak görülüyor. Çeşitli nedenlerle bazı çevrelerde üyeliğine talip olduğumuz AB adeta Türkiye'nin stratejik bir rakibi, hatta hasmı olarak algılanıyor. AB olmasa belki Annan önerilerini desteklemek daha kolay olacaktı. Politik psikoloji bakımından dikkatle incelemeye değer bir çelişki değil mi?