Paylaş
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin Öcalan hakkında idam cezasını vermesinden sonra dikkatler, bu kararın hukuken kesinleşmesi ve uygulanması sürecinin çeşitli yönlerine ve bunların olası iç ve uluslararası yansımalarına çevrilmiş bulunuyor.
Türkiye için yargılanmanın bugüne kadar başarılı geçtiği söylenebilir. Yargılama süreci hukuk kurallarına uygun bir seyir takip etmiş, DGM'ler geç de olsa sivilleştirilmiş ve yargıçların davranışları takdir toplamıştır. Bunun ötesinde Öcalan, örgütünün mensuplarını ve Kürt sorununu Türkiye aleyhinde istismar etmek isteyen çevreleri hayal kırıklığına sürükleyen ifadelerde bulunmuş, hatalarını kabullenmiş ve meseleye çözümün, üniter devlet yapısı ve Türkiye'nin toprak bütünlüğü içinde kültürel kimliğin tanınmasını da içerecek bir demokratikleşme sürecinde aranması gerektiğini söylemiştir. Şayet eski Adalet Bakanı Hasan Denizkurdu'nun büyük bir uzak görüşlülükle PKK'nın başı yakalanmadan önce sunduğu tasarı kanunlaşarak idam cezası kaldırılsaydı, Öcalan o tasarının öngördüğü ağırlaştırılmış şartlarla müebbet hapse mahkûm edilecekti ve içeride ve dışarıda sorunun esasının çözümünü kolaylaştıracak olumlu bir ortam yaratılmış olacaktı. Bu fırsat ne yazık ki kaçırıldı. Şimdi belki aylarca, iç politika idam tartışmasına kilitlenecek, AB ülkelerinden ve uluslararası kuruluşlardan hemen gelmeye başlayan çağrı ve baskılar gittikçe yoğunlaşacak, İstanbul'da aralık ayında yapılacak AGİT zirve toplantısı talihsiz zamanlamalardan etkilenebilecektir.
Uluslararası alanda hukuk açısından DGM'nin kararı ile ilgili başlıca kuruluş Avrupa Konseyi'dir. Türkiye, idam cezasını yasaklayan 6'ncı protokolü imzalamadığı için, yükümlülükleri hukuken 1950 tarihli ‘‘Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’’deki hükümlerle sınırlıdır. Bu sözleşme ise, o tarihte Avrupa ülkelerinin birçoğunda ölüm cezasına cevap veren mevzuat yürürlükte olduğundan idamı yasaklamıyor. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türk yargı mercileri tarafından verilen cezasının uygulanmasını durdurmaya yönelik bir ihtiyati önlem alması oldukça zor. Bununla beraber, AİHM'nin, idam kararına sessiz kaldığı izlenimini vermemek için kendi yetkilerini zorlamak eğiliminde olduğu görülüyor.
Avrupa Konseyi'nin konuyu izleyecek diğer iki organı Parlamenter Asamble ve Bakanlar Komitesi'dir. Asamble ancak tavsiye niteliğinde karar alabilir. Bakanlar Komitesi ise Asamble'nin veya AİHM'nin talebi üzerine Türkiye'yi eleştirmekle yetinmeyerek üyeliğini askıya almak veya Konsey'den ihraç etmek yoluna nazari olarak gidebilir. Ancak, idam cezası infaz edilse bile, bu olasılık çok zayıftır. 6 numaralı protokolü imzalamış olan Ukrayna'da mahkemeler ölüm cezalarıverdikleri gibi suçlular idam edilmiş, buna rağmen bu devleti Konsey'den ihraç etmek henüz gündeme gelmemiştir.
Yargı süreci tamamlanınca TBMM'ni çok çetin bir sınav bekleyecek. Onbinlerce kişinin ölümüne ve korkunç ıstıraplara neden olan bir terör örgütü liderine karşı duyulan infiale ve kamu vicdanının haykırışlarına Meclis'in lakayıt kalması elbette beklenemez. Buna karşılık iç barışı, güvenliği, huzuru ve demokratikleşme sürecini korumak ve uluslararası alanda Türkiye'nin uzun süreli çıkarlarını gözetmek de onun görevidir. Duygusal tepkilerin en iyi ilacı ve sağduyunun en büyük dostu zamandır ve önümüzde vakit vardır. Bu aşamada önemli olan Meclis'in şimdiden infaza meylettiği izleniminin önlenmesidir. Bazı parti liderleri daha önce infazı desteklemekte acele ettilerse de, şimdi daha dikkatli bir söylem kullanıyorlar. Umarız parti liderleri ve milletvekilleri siyasi hesapları bir tarafa bırakarak popülizmin cazibesinden kendilerini kurtarabilirler ve tarihi sorumluluklarını idrak ederler.
Paylaş