Günahları ve sevapları ile Arafat

BU satırları yazarken Arafat hálá ölüm ile yaşam arasında gidip geliyor. Fakat daha ölmeden hayatlarının muhasebesinin yapılması, siyasi liderlerin biraz da kaderi.

Arafat için de böyle oldu. Bütün dünya medyası günlerden beri Ortadoğu’nun tarihinde ve Filistin halkının mukadderatında oynadığı rolü değerlendiriyor, sahneden çekilmesinin sonuçlarını tartışıyor.

Arafat’ın yılmaz bir mücadele adamı olduğu ve Filistin davasının sembolü haline geldiği konusunda herkes mutabık. Arafat gibi bir liderleri olmasaydı, İsrail’in siyasi ve askeri tahakkümü, ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz destek, Avrupa’nın pasifliği ve Arap ülkelerinin inanılmaz umursamazlıkları karşısında Filistinliler davalarına sahip çıkamazlar ve hatta kimliklerini bile kaybederlerdi.

***

Arafat’ı ben de tanıma fırsatını buldum. BM Nezdinde Daimi Temsilci, Dışişleri Bakanı ve daha sonra BM Filistin Mültecilerine Yardım Teşkilatı’ndan (UNRWA) sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı olarak onunla çok temasım oldu.

1993 Oslo Anlaşması’ndan sonra Gazze’ye geldiğinde gerek Gazze’de gerek Batı Yakası’nda özellikle eğitim, sağlık ve sosyal yardım alanında başlattığımız projelerle çok ilgileniyordu. Filistin mültecileri sorununun devam ettiğinin bir sembolü olduğu için UNRWA’ya önem veriyordu. Fakat daha o zaman yönetim zihniyetindeki zaaflar ortaya çıkmıştı.

Kimseye fazla güvenmediğinden birbirleri ile rekabet eden yedi tane güvenlik teşkilatı kurdu. Mali disiplin ise ona tamamen yabancı bir konseptti. Yolsuzluk gittikçe yaygınlaştı. Arafat militanlıktan ve ihtilalcilikten devlet adamlığına geçmekte zorlanıyordu. Eğitim düzeyi ve kozmopolit kültürü ile Filistin toplumu aslında demokrasiye bütün Arap toplumlarından daha hazırdı; fakat bu fırsat kaçtı.

***

Arafat mücadelesinin hemen tamamını fazla destek bulmadan sürdürdü. Arap ülkeleriyle ilişkileri her zaman çok karmaşıktı. Daha 1957’de Nasır bir Filistin delegasyonuna şöyle demişti: ’Sizin ülkenizi kurtarmak amacına yönelik bir planım yok. Size kim böyle bir planı olduğunu veya Filistin meselesini çözümlemeye çalışacağını söylerse ona inanmayın.’

Arafat
1970’te Ürdün’ü, 1983’te de Lübnan’ı terk etmek mecburiyetinde kaldı. Tunus’a sığındı. Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’i desteklemek yolunu seçtiği için uzun süre bütün Arap ülkeleri tarafından dışlandı. Körfez ülkelerindeki Filistinliler, işlerini ve ikamet haklarını kaybettiler.

Siyasi yalnızlık içinde Arafat hep Sovyetler Birliği’nden medet umuyordu. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını bir türlü içine sindirememişti. Tunus’ta iken kendisini bir ziyaretimde ben UNRWA ile ilgili sorunları izaha çalışırken dakika başında sözümü keserek, ’Bu koca devlet nasıl yıkıldı, bir türlü anlayamıyorum’ diyordu. Aklı oradaydı.

***

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, Arafat’ın kendisine ‘BM’de söz hakkı verildi diye kıskanıyorsun. Unutma, gömülecek toprağım yok henüz’ dediğini naklediyor. Bunu Tunus’ta iken bana da söylemişti. BM Genel Kurulu kürsüsünden konuşabildiği için Denktaş’ın kıskançlık duyduğunu belirttiğim zaman aynı cevabı vermişti.

Aslında Denktaş ile Arafat arasında bir mukayese yapmak ilginç olur. İkisi arasında benzerlikler olduğu gibi büyük farklar da var. Ama bu başka bir yazının konusu.

Sharon, Arafat’ı 2001 Aralık’ından beri Ramallah’ta yıpratıcı koşullar altında yaşamaya mahkûm etti. Arafat buna rağmen pes etmedi, sağlığının bozulmasına ve İsrail makamlarının hayatını tehdit etmeye kadar varan baskısına rağmen mücadelesini sonuna kadar sürdürdü.

Ölürse, bir cesaret ve fedakárlık simgesi olarak hayata veda edecek.
Yazarın Tüm Yazıları