Paylaş
Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği'ni hayata geçiren Ortaklık Konseyi kararının 5'inci yıldönümü vesilesiyle İktisadi Kalkınma Vakfı'nın geçen pazartesi düzenlendiği panel, sadece Gümrük Birliği değil, fakat aynı zamanda AB'ye üyelik süreci konusunda da son derece ilgi çekici tartışma ve değerlendirmelere fırsat verdi.
***
Gümrük Birliği'nin başarılı sonuçlar verdiği genellikle kabul ediliyor. Türk ekonomisinin, bazı karamsar tahminlerin aksine, ağır rekabet koşulları karşısında dayanma gücünü ispat etmiş olması sevindirici ve ilerisi için umut verici. Gümrük Birliği'nin sanayi ürünleriyle sınırlı kalmayarak hizmetler sektörünü de kapsamına alması için yakında yapılacak müzakereler yeni ufuklar açacak. Gümrük Birliği'nin üyelik süreci bakımından bir başka çok önemli yönü de, AB müktesebatının bir kısmının daha şimdiden mevzuatımıza geçirilmesini sağlamış olması.
***
Paneldeki tartışmaların çok anlamlı bir tarafı, Gümrük Birliği müzakerelerini hazırlayan ve yürüten bürokratlar ile onlarla çok yakından işbirliği yapan özel sektör temsilcilerini bir araya getirmesiydi. 1995'te başarılı bir sonuca ulaşılmasının iki nedenden kaynaklandığı açıkça ortaya çıktı. Birincisi, yetenekli, deneyimli ve uyum içinde çalışan bir ekibin varlığı. İkincisi ise onu tam anlamıyla destekleyen bir siyasal irade.
***
Helsinki Zirvesi'nde katılma adaylığımızın kabulünden sonra ise, Türkiye boyutları Gümrük Birliği'ni çok aşan bir projeyi gerçekleştirmek amacına yönelmiş bulunuyor. Eğer makul bir süre içinde üye olmak istiyorsak, devlet olarak ve toplum olarak bütün enerjimizi bu uğurda seferber etmemiz şart. Diğer 12 aday ülke ancak böyle yaparak müzakerelere başlayabilecekleri seviyeye eriştiler. Üstelik hiçbirinin sorunları Türkiye'nin meseleleri kadar yoğun ve çetrefil değildi.
Ne yazık ki 1995'te bizi netice almaya götüren siyasal irade ve kurumsal yapının bugün mevcut olduğunu söylemek çok zor. Hükümetin ve Meclis'in gündemini bambaşka sorunlar işgal ediyor. Başbakan'ın ve bakanların söylemleri tutarsız ve ahenkli değil. Hatta bazen ciddiyetle bağdaşmıyor. Hazırlık çalışmalarının eşgüdümü ve müzakerelerin yürütülmesi için ocak ayının sonunda bir Başbakanlık genelgesi ile kurulan mekanizmanın amaca uygun olmadığı gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Kilit bir rol oynaması gereken İç Koordinasyon ve Uyum Komitesi Genel Sekreterliği'ne bu makamın görevleri ve yetkileri iyi tarif edilmediği için uzun süre tayin yapılamadı. Anlaşılan önümüzdeki günlerde Genel Sekreter'in ve ona bağlı olacak kadroların statüsünü açıklığa kavuşturarak bir kanun tasarısı TBMM'ye sunulacak.
***
Genel Sekreter olarak seçilen Büyükelçi Volkan Vural bu görevi en iyi ifa edebilecek çok değerli ve deneyimli bir diplomat. Fakat gereken yetkiler kendisine verilmezse, bürokratik çekişmelere müsait bir düzen içinde çalışmak mecburiyetinde kalırsa, ne yapabilir? Genel Sekreter'in başka bir bürokrasi kademesine değil, fakat doğrudan siyasal bir kademeye bağlanması zaruridir.
***
Kaygı uyandıran bir başka nokta daha var. Helsinki Zirvesi zamanındaki heyecan yerini atalete terk ettiği gibi, AB üyeliğine karşı bazen açık bazen de kapalı bir muhalefetin geliştiği gözleniyor. Ülkemizi gittikçe daha sık ziyaret eden üye ülkeler dışişleri bakanlarının bazı davranışları yüzünden AB'yi kapitülasyonların tekrar hortlaması gibi gösterenler dahi var. Egemenlikçiler küreselleşme ve onun bir parçası olan bölgeselleşme çağında eski kavramlarla bir yere varılamayacağını bir türlü görmek istemiyorlar. ‘‘Kimse bize karışmasın’’ zihniyetini terk edemiyorlar. Türkiye için AB'den başka geçerli bir seçenek olmadığını anladıkları zaman iş işten geçmiş olabilir.
Paylaş