Paylaş
George Papandreu'nun Taksim toplantılarındaki performansı çok etkileyici idi. Bilgilerini iyi sindirmiş, Avrupalılık kişiliğine rahatça adapte olmuş, karmaşık ifadeler kullanmayı diplomasi zanneden zihniyetten uzak, sıcak ve dostane bir üslupla da olsa hükümetinin görüşlerini dobra dobra ifade eden çağdaş bir Dışişleri Bakanı. Yunanistan'ın doğrusu şansı var.
Papandreu, diyalog başlangıcının ve depremlerin yarattığı iyi niyet ve duygusal yakınlaşmaya rağmen, iki ülke arasındaki sorunların bütün ciddiyetini koruduğu gerçeğini bize veciz bir şekilde hatırlattı. Zaten, Yunanistan ile Güney Kıbrıs arasında yapılmakta olan ortak askeri tatbikatlar ve Başbakan Simitis'in ‘‘gri bölgeler’’den söz eden son demeci aynı doğrultuda uyarmalar oluşturuyordu. Bu gelişmeler Yunanistan'ın politikasına ışık tutuyor. İki ülkeyi yakınlaştırma çabaları sürdürülecek, tartışma konusu olmayan alanlarda işbirliği imkánları araştırılacak, fakat temel ihtilaflar çözümlenmeden tam bir uzlaşma ortamı gerçekleşmeyecek ve doğal olarak bu durum Türkiye'nin AB üyeliği sürecini olumsuz etkileyecek. Yunanistan açısından fena bir gündem değil.
*
Uyuşmazlıkların listesi oldukça kabarık. Fakat bakanın da belirttiği gibi bu aşamada Yunanistan'ın genel ve AB içindeki siyasetine tesir eden başlıca iki mesele var: Kıbrıs ve Ege'de statüsü belirlenmemiş adacıklar ve kayalıklar.
Kıbrıs konusunda Papandreu çok açık konuştu. Türkiye ile KKTC'nin savunduğu konfederasyon tezini tamamen reddetti. Böyle bir çözümün Türkiye ile Yunanistan arasında devamlı bir gerginliğe ve askeri tırmanmaya yol açacağını ileri sürdü. Avrupa'da artık bölünmelere ve sınır değişikliklerine yer olmadığını vurguladı. Bakan Slovakya'nın Çek Cumhuriyeti'nden ayrıldığını unutuyor. Kaldı ki Bosna da kozmetik bir federasyon yapısı içinde aslında bölündü. Kosova'nın tekrar Sırp egemenliği altına sokulması çok uzak bir ihtimal. Bence Papandreu'nun dayandığı argümanlar geçerli ve tutarlı değil. Konfederasyon aslında iki toplum ve iki ülke arasında sürekli barış ve uyumu sağlayacak en iyi çözümdür. Bugünkü koşullar altında mümkün gözükmüyor, bunda ısrar Türkiye'nin yolunu tıkıyor, o ayrı mesele.
Kardak krizinden sonra ortaya çıkan ve Yunanlıların toprak talebi olarak algıladıkları ‘‘gri bölgeler’’ konusu ise son derece çetrefil. Oniki Adalar'a bağlı adacıklar ve kayalıklar için Türkiye'nin tezi, bunlardan hangilerinin Türkiye'ye, hangilerinin İtalya'ya ait bulunduğunu saptayan Aralık 1932 Anlaşması'nın Türkiye'nin onayından geçmemiş ve Milletler Cemiyeti'ne tescil ettirilmemiş olmasına dayanıyor. Bir hukuki mercie başvurulduğu takdirde bize hak verileceği biraz şüpheli.
*
Ege Denizi'ndeki diğer adacık ve kayalıklara ilişkin görüşümüz özetle şöyle: Lozan Anlaşması'nın 16'ncı maddesi deniz sınırı çizmemiş, adaların aidiyetini kısmen belirlemiş, fakat adacık ve kayalıklardan söz etmemiştir. Dolayısıyla bunlardan Yunanistan'a ait adalarla irtibatı olmayanlar üzerindeki egemenliğin veraset yolu ile Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye'ye intikali gerekir. Hukuken daha geçerli gözüken bir iddia. Ancak aradan 70 yıldan fazla geçmiş ve Yunanlılar bunlardan birçoğu üzerinde egemenlik kanıtı olarak kabul edilen bir mevcudiyet gerçekleştirmişler.
Papandreu, Başbakan Ecevit'in geçenlerde Yunan medyasına verdiği bir demeçte Türkiye'nin Yunanistan'dan toprak talebi bulunmadığını vurgulamış olmasını işte bu ‘‘gri bölgeler’’ tezinden geriye gidildiği şeklinde yorumlamış. Gerçekten böyle mi?
Avrupa Birliği'nin Helsinki zirvesine kadar Türkiye'nin gündemi olabileceği kadar yüklü. Üzerinde yoğun zihin idmanı yapılması gereken birçok sorun var. Bu yapılıyor mu? Yapılıyorsa bile çok gizli tutuluyor.!
Paylaş