VARSAYALIM ki seçim gündeme gelmemişti. Koalisyon, siyasi felsefeleri birbirine daha yakın ortaklardan oluşuyordu.
Başbakan çağdaş dünyayı daha iyi anlayabilen, uluslararası ve bölgesel gerçekleri daha iyi kavrayabilen biriydi, sağlık açısından ciddi bir sorunu yoktu, normal bir hükümet başkanı gibi seyahat edebiliyor ve diğer ülkelerin başkan ve başbakanları ile görüşebiliyordu. İşte o zaman AB ile uyum kanunlarını çıkartmış ve kapsamlı ekonomik reformlar gerçekleştirmiş bir Türkiye büyük bir evrimin eşiğinde olacaktı. Kıbrıs meselesinde bazı olumlu gelişmelerin de vereceği ivme ile sanal bir tarih arayışının ötesinde, AB ile müzakerelere yaklaşacaktı. Bakü-Ceyhan boru hattının gerçekleşme yoluna girmesi de Avrasya dengelerindeki önemli rolünü çok daha belirgin şekilde vurgulayacaktı.
* * *
Heyhat, bugün manzara bambaşka. Ortakları birbirleri ile konuşmamaya özen gösteren adeta felçli bir hükümet, ülkeyi tehlikeler kadar fırsatların da bol olduğu kritik bir devirde yönetiyor. Seçimlerin yapılıp yapılmayacağı ise bir gerilim filmine dönüştü. Yüzden fazla milletvekili parti değiştirdi. Siyasi taktik ve oyundan geçilmiyor. Tepki oylarının çığ gibi artması boşuna değil, halkın sağduyusu ve ahlaki değerleri ile alay edenler mutlaka bir bedel öderler.
Türkiye'nin içinde kıvrandığı bunalım sadece seçim sisteminin bozukluğundan, liderler sultasından, çok yüksek barajdan, tercih sisteminin yokluğundan kaynaklanmıyor. Yıllar boyunca gelişen ve ne yazık ki kök salmış kötü geleneklerin ve çarpık politik kültürün bugünkü koşulların oluşmasında büyük payı var. Aday listeleri bunun en güzel bir örneği. Kemal Derviş'in katılması ile umudunun çok üstünde bir rüzgár yakalayan CHP en kuvvetli anında bile eski alışkanlıklarından sıyrılamadı. Benmerkezci dürtüler galip geldi, Türk kamuoyunun sevdiği ve saydığı isimler bir çırpıda liste dışı kaldı. Fransızların bir deyimi vardır, ‘‘Ne kadar değişirse o kadar aynı kalır’’. CHP'nin tutumu buna çok uyuyor.
* * *
Türk politik hayatının bir büyük zaafı da yeni liderlerin ortaya çıkmamasıdır. Derviş arka planda kalmayı yeğledi, fakat ne de olsa potansiyel bir lider olarak algılanıyor. Onun dışında AKP'yi bir tarafa bırakırsak kimse yok. Küçük bir partinin başkanlığına büyük umutlarla getirilen genç bir politikacı ise ilk başta heyecanla savunduğu doğru sözlülük ve şeffaflık ilkelerinde sebat gösteremedi. Açık ve somut bir söylem geliştiremedi, hep karmaşık ve kaçamaklı ifadelere sığındı. Partisinin teşkilatını ihmal etti ve kendisinden uzak tuttu. Otokratik eğilime kendini çok çabuk kaptırdı. Türk politikasının entrika dehlizlerinde istikbal ararken kısa vadeyi uzun vadeye tercih etti ve en acımasızca eleştirdiği bir parti liderinin kucağında melce buldu. Herhalde bundan sonra o partinin başkanlığına oynayacak.
* * *
Seçimler yaklaşırken bir demokrasi buhranına sürüklendiğimiz izlenimi gittikçe artıyor. Tayyip Erdoğan'ın, Akın Birdal'ın ve Murat Bozlak'ın adaylıklarının hukuken geçerli olup olmadıkları çok yoğun tartışmalara yol açtı. Sırf bu tartışmalar Türkiye'deki hukuk sisteminin birbirine taban tabana zıt yorumlara ve yargı kararlarına ne kadar açık olduğunu göstermektedir. Verilen kararlar Türk hukukunun gereği olabilir, fakat bunların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin prensiplerine uygun düştükleri söylenemez. Kanunların içeriği kadar uygulanmasında da duyarlı olan Avrupa Birliği'nin şimdi uyum kanunları konusunda daha büyük kuşku duyması şaşırtıcı olmayacaktır. Ne var ki bütün bugünkü gelişmelerin ötesinde asıl kaygı veren, seçimlerden sonra ortaya çıkabilecek tablodur. Demokrasi çok çetin bir sınavdan geçecektir. Ufukta görünen olasılıklar seçimleri adeta bir kumar haline getirdi. Ya mucize kabilinden önümüz açılacak veya çok şey kaybedeceğiz, ekonomik ve politik açmazlarla karşılaşacağız. Seçimleri artık kumar olmaktan nasıl kurtarabiliriz? Bu sorunun cevabını bilen var mı?