Garanti Antlaşması tartışması

GEÇEN hafta bir televizyon kanalında Annan Planı'nı yine tartışıyorduk.

Söz Garanti Antlaşması'na gelince, panelistlerden çok saygın biri bu antlaşmanın işlemeyeceğini, çünkü Annan Planı'nda Türkiye'nin müdahalesinin BM Güvenlik Konseyi'nin iznine tabi hale getirildiğini söyledi. Bunun böyle olmadığını biliyordum, fakat panelist ‘‘planın (filan) sayfasında işte böyle yazıyor’’ deyince hafızamın belki de beni yanılttığını düşünmekten kendimi alamadım. Ertesi günü planın ilgili kısmını tekrar inceleyince yanılmadığım ortaya çıktı. Garanti Antlaşması'na göre müdahelenin Güvenlik Konseyi'nin peşin iznine bağlı olması söz konusu değildi.

Annan Planı'nın yürürlüğe girmesi ile eşzamanlı olarak Güvenlik Konseyi'nin yapacağı işler vardı, fakat bunlar tamamen değişik konularla ilgiliydi. Konsey özellikle Kıbrıs'ın tamamen veya kısmen bir başka devletle birleşmesinin ve taksimin yasaklandığını resmen not edecek, Kıbrıslı Türklerin ve Rumların politik eşitliğini, ayrı kimliklerini ve ‘‘Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’’nde Türk ve Rum kurucu devletlerinin eşit statülerini tanıyacak, Kıbrıs'a silah ikmali yasağının ihracatçılar ve ithalatçılar için hukuken bağlayıcı olmasını sağlayacaktı. Konsey ayrıca Tesis Antlaşması'nın uygulanmasını izlemek üzere BM Barış gücünün görevine devam etmesine karar verecekti.

* * *

Garanti Antlaşması kapsamında ileri sürülen iki kaygı daha var. Birincisi Annan Planı'nda öngörülen Ek Protokol'de Garanti Antlaşması'nın ‘‘mutatis mutandis’’ (gereken değişiklikler yapılarak) Tesis Antlaşması ile yaratılan duruma uygulanacağının belirtilmesine ilişkin. Peki, neden bu ifade kullanılmış? Çünkü 1960 tarihli Garanti Antlaşması o zamanki statüyü garanti ediyordu, şimdi yeni kurulan bir statünün garantisi gerekiyor ve üstelik protokole göre Garanti Antlaşması sadece ‘‘Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenini değil, fakat kurucu devletlerin de toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenini garanti ediyor. Yine de Latince sözcükler esrarengiz veya kuşku uyandırıcı sayılıyorsa değiştirilmesi istenebilir.

İkinci çekince Avrupa Birliği ile bağlantılı. Madem ki deniyor Kıbrıs artık AB'nin bir üyesi olacaktır, Türkiye nasıl olsa müdahale edemez. Doğru değil. Kıbrıs'ın AB'ye katılma antlaşmasına eklenecek protokolün 4'üncü maddesi şöyle: ‘‘Kıbrıs'ın Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'na katılımı Tesis Antlaşması, Garanti ve İttifak Antlaşmaları ve Ek Protokollerin hükümleri ile bağdaşacak ve hiçbir şekilde bu hükümlere zarar vermeyecektir.’’ Kaldı ki, bu hükümlerden de bağımsız olarak, Kıbrıs'ın AB üyeliğinin Türkiye'nin askeri müdahalesine engel olması düşünülemez. 1996 Kardak krizinde Yunanistan hem AB hem de NATO üyesiydi, yine de Kardak'tan kuvvetlerini çekmeseydi pekálá müdahale etmeye hazırdık.

* * *

Annan Planı üzerindeki tartışma neredeyse teolojik nitelik kazandı. Oysa bu tartışmayı somut ve gerçekçi bir biçimde yürütmekte ve ona duygusal bir boyut vermemekte sayılamayacak kadar fayda vardır. Unutmayalım ki güçlükleri sürekli erteleme alışkanlığımız yüzünden kendimizi bir takvim kıskacına mahkûm ettik. KKTC'de hükümet kurma sürecinin uzaması veya yeni seçimlere gidilmesi, Ankara'da siyasi iradenin açık seçik belirmesinin sürüncemede kalması, bu kıskacı daha da daraltacaktır.

Mayıs 2004'e kadar çözüm yolunda kesin bir ilerleme olmazsa veya Türkiye'nin ve KKTC'nin uzlaşıcı bir yaklaşım içinde olduğu algılaması yaratılamazsa hem KKTC ve hem Türkiye uzun yıllar sürebilecek politik, ekonomik ve sosyal sarsıntılar geçireceklerdir. ‘‘Kıbrıs meselesini çözdüğümüz halde AB'den müzakere tarihi alamazsak çok kötü duruma düşeriz’’ endişesi de bir vehimden başka bir şey değildir. Annan Planı'nın genel çerçevesi, Kıbrıs'ın çözümünü ve bu çözümün uygulanmasını Türkiye'nin AB'ye üye olacağı varsayımına dayandırıyor. Bu varsayımı AB'nin kendisi zedelerse uygulamanın fiilen ertelenmesi sorumluluğunu da yüklenmiş olur.
Yazarın Tüm Yazıları