ENERJİ sorununun, dünyanın politik ve ekonomik denkleminin her zamandan daha önemli bir öğesi haline geldiğini gözlemliyoruz.
Başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişme yolundaki ülkelerin gittikçe artan oranda petrol ve gaz ihtiyaçlarının mevcut kaynaklarla karşılanması kaçınılmaz olarak büyük bir rekabete yol açacaktır. Şimdiden çeşitli siyasi inisiyatiflerin perde arkasında enerji kaygısı yatmaktadır. ABD’nin, nükleer silahlara sahip bulunan ve Nükleer Siláhların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olmayan Hindistan ile nükleer alanda işbirliğine yanaşmasının Asya dengeleri ile ilgili çeşitli politik nedenleri kuşkusuz vardır. Fakat, bunların yanı sıra Hindistan’ın elektrik ihtiyacının bir kısmını nükleer santrallardan sağlamasının petrol ve gaz ihtiyacını azaltacağı düşüncesinin de bu işbirliği kararının alınmasında ağırlıklı bir rol oynadığı anlaşılmaktadır.
* * *
Türkiye de enerji kaynakları bakımından zengin bir ülke değil. Halen Türkiye gazının tamamını, petrolünün yüzde 90’dan fazlasını ithal ediyor. Türkiye’nin enerji politikası bu nedenle son zamanlarda bir hayli tartışılıyor. Geçen hafta Harp Akademileri’nde Türkiye’nin güvenlik politikası hakkında düzenlenen çok başarılı bir konferansta, güvenliği ilgilendiren çeşitli sorunlar arasında ASAM Genel Koordinatörü Necdet Pamir’in sunumu temelinde enerji konusu da kapsamlı bir şekilde ele alındı. Dikkati çeken Türkiye’nin bugünkü enerji politikasının çeşitli yönlerden eleştirilmesidir. Bu eleştiriler başlıca iki noktada toplanıyor.
* * *
Birincisi Türkiye’nin kendi kaynaklarını ihmal ederek özellikle ithal gaza yönelmesi. İkincisi ise gaz temini bakımından tehlikeli ölçüde Rusya’ya bağımlı hale gelmesidir. Mavi Akım projesi de bu kapsamda tenkit ediliyor.
Türkiye’nin kendi kaynaklarının yeterliliği konusunda fikir birliği var sayılamaz. Evet 8,2 milyon tonluk linyit rezervine sahibiz. Fakat bu kömür hem çevre dostu değil, hem de kalorisi çok düşük. Üstelik üretim maliyeti çok yüksek. Dışarıdan kömür ithal etmek daha ucuza geliyor. Türkiye su kaynakları bakımından da çok zengin ülke sayılmaz, fert başına düşen yıllık su miktarı birçok ülkeye oranla daha az. Kaldı ki bütün su ve kömür kaynaklarımızı kullanabilsek bile üreteceğimiz elektrik miktarı yılda yüzde 8-9 oranında artan tüketimi uzun vadede karşılayacak seviyede olmayacak. Güneş, rüzgár ve jeotermal gibi yenilenebilir kaynaklardan elde edilebilecek enerji hiçbir ülkede toplam ihtiyaca yüzde 5 veya yüzde 10’dan daha yüksek oranda katkıda bulunamıyor.
* * *
Bu gerçekler ışığında enerji açığını kapatmak için nükleer santrallar inşa etmek kararına itiraz edilmesindeki mantığı anlamak zor.
Buna karşılık Türkiye’nin Rusya gazına yüzde 65 oranında bağlı olması şüphesiz kaygı vericidir. Mavi Akım yerine Türkmen gazının Türkiye’ye bağlanması çok daha isabetli olurdu. Ne var ki bu amaçla düşünülen proje Hazar Denizi statüsündeki belirsizlik, Azerbaycan’ın çekinceleri, Türkmen gazının Rusya’ya uzun vadeli anlaşmalarla bağlı olması gibi nedenlerle bugüne değin gerçekleştirilememiştir.Son zamanlarda bu projenin canlandırlması tekrar gündeme gelmiş bulunuyor. Diğer taraftan, Türkiye’nin İran ile anlaşmaları, Azerbaycan gazını Türkiye’ye getirecek olan boru hattının inşa halinde olması ve gaz depoları kapasitelerinin artırılması projeleri Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığını zaten geniş ölçüde azaltacaktır. Geçmişte yanlışlıklar yapıldı ise de bir yandan gaz kaynaklarının çeşitlendirilmesi, diğer yandan uzun yılların ihmalinden sonra nükleer santral inşasına karar verilmesi artık doğru yolda olduğumuzu kanıtlamaktadır.