Paylaş
Hiddetin her zaman bir mazereti vardır, fakat bunun haklı olduğu nadiren görülür.
Lord Halifax (17'nci yüzyıl)
19 Şubat 2001, herhalde Türkiye'nin tarihine en pahalı gün olarak geçecek. Devletin zirvesinde geçimsizlik ve hırçınlık yüzünden bu kadar ağır bir bedel ödendiği şimdiye kadar görülmemişti. Bu günde Merkez Bankası rezervlerinden 7.6 milyar dolar eksildi, borsa en büyük düşüşlerinden birini yaşadı. Türkiye'nin zaten aşınmış kredibilitesi iyice yok oldu, bono ihalesinde bileşik faiz % 144'e kadar yükseldi. Buhran atlatılsa bile çok yüksek bir kalıcı zarar ortaya çıkacak. Krizin patladığı gün Milli Güvenlik Kurulu'nda Avrupa Birliği'ne sunulacak ‘‘Milli Program’’ görüşülecekti. En kolay unutulan tabii o oldu. ‘‘Ego’’ların çatışmasında AB'nin lafı mı olur? İstikbal ile uğraşmaya vakit mi var? Ya yabancı sermaye, o 19 Şubat'ı hafızasından kolay kolay siler mi? Bilançonun zarar hanesine bunları da eklemek gerek.
***
Devletin en sorumlu kademelerini işgal edenler arasında çekişme Türkiye'ye mahsus değil. Örneğin, Fransa'da yarı başkanlık sistemi yüzünden, özellikle cumhurbaşkanı ve başbakan ayrı partilere mensup iseler, aralarındaki ilişki çok hassas olur. Yine de devlet unutulmaz ve ekonomiyi altüst edecek bir mecraya girilmez. 19 Şubat'ta dikkati çeken nokta, kimsenin Başbakan'ın basına açıklamasının ekonomiye yansımalarını düşünmemiş olmasıdır. Başbakan'ın sosyalist romantizm ötesinde ekonomik kavramlara fazla aşina olmadığı eskiden beri bilinir, fakat yanındaki başbakan yardımcılarından ve bakanlardan hiçbirinin onu uyarmamış olması ürperticidir. Cumhurbaşkanı'na ölçüsüz tepki gösterdiği anlaşılan Başbakan Yardımcısı bunu yapacağına, Başbakan'a olası ekonomik sonuçlar hakkında ikazda bulunsaydı, ona ve ülkeye çok daha büyük bir hizmette bulunmuş olurdu.
***
Krizin asıl sorumlusu kim, sorusuna verilecek yanıt basit: İki taraf da... Fakat ekonomik kayıpların sorumlusu Başbakan'dır. Cumhurbaşkanı yolsuzlukların üzerine gidilmemesine karşı reaksiyon göstermekte haklıydı, fakat bunu MGK'da değil, anayasal yetkisine dayanarak düzenleyeceği bir gizli Bakanlar Kurulu'nda ve belki de değişik bir üslupla yapması daha doğru olurdu. Başbakan ise vakit geçirmeden Cumhurbaşkanı'nı basına şikáyet etmekten ve gün boyunca eleştirilerinin dozunu ve tonunu yükseltmekten kaçınmalıydı. Hele işin içine Amerika'nın Irak'a bombalamasını katması anlaşılır gibi değil. Ekonomiyi unutuyor, fakat Saddam'ı değil! IMF'den medet umuyor, fakat IMF'de en etkin devletin ABD olduğunu göz önünde tutmuyor. Bereket versin, IMF yine ekonomik programı desteklemeye devam ettiğini en yetkili ağızlardan ifade etti. Öyle bir durumdayız ki, başkaları bize rağmen bizi kurtarmaya çalışıyor.
***
Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Türkiye'nin önünü tıkayan bu buhranı aşmak için her çareye başvurmalıdırlar. Cumhurbaşkanı'nın esneklik göstermemesi kadar onu Çankaya'da inzivaya mahkûm etmeye çalışmak, aynı derecede hatalı olur.
***
Cumhurbaşkanı ile Başbakan'ın birbirlerini sevemeyecekleri artık belli. Fakat devlete ve millete karşı saygı duyuyorlarsa, birbirlerine karşı saygı göstermeye ve asgari bir diyalog ve işbirliği ortamı yaratmaya mecburdurlar. 1983'te mizaç ve üslupları birbirine taban tabana zıt olan Evren ve rahmetli Özal'ın kucaklaştıklarını ve bunun bir anda ülkenin politik atmosferini değiştirdiğini hatırlasınlar. Sezer ve Ecevit'in kucaklaşmalarına ise paha bile biçilemez, değeri milyarlarca dolar! Belki pazartesi günkü MGK toplantısı bu yolda bir ilk adım teşkil eder.
Paylaş