BAZEN, ne kadar hazin ve üzücü olursa olsun gerçeklere acımasızca bakmalıyız.
Bu köşede, uzun zamandan beri özlediğimiz liberal demokrasi, refah, sosyal içerikli pazar ekonomisi, müdahaleciden çok düzenleyici ve bireye dönük devlet, çağdaş bir hukuk anlayışı ve politik zihniyet, toplumsal barış ve uzlaşma gibi hedeflere ancak AB üyeliği sayesinde varabileceğimizi savunmaktaydım. 1999 AB Helsinki Zirvesi'nin Türkiye için tarihi bir fırsat olduğuna inanmıştım. Bugün ise bu fırsatın kaçtığını içimize sindirmek gerektiğini düşünüyorum. Zaten, Dışişleri Bakanı da, Sevilla Zirvesi'nde üyelik için müzakere tarihi açısından olumlu bir karar alındığı yolunda birdenbire ortaya yayılan aşırı iyimser haberleri doğrulamadı. Aksine, bugünkü hükümetle müzakereleri ertelemekten başka çare kalmadığını zimnen ifade etti. Erteleme bir çare mi? Bence değil. Artık gittikçe daha az inandırıcı olan adaylık statüsünün devam ettirilmesinin faydadan ziyade zarar getireceğini zannediyorum. Kesin bir karar alıp bu defteri kapatmalıyız.
Bu radikal sonuca varmamın nedenleri pek çok. Burada sadece birkaç tanesine temas edeceğim. Her şeyden önce AB üyeliği gibi büyük bir projeyi hayata geçirebilecek siyasi iradeye sahip bir hükümet yıllardan beri mevcut değil. Bugünkü felçli hükümetle ise ileriye gidilemez, olsa olsa geriye gidilir ve gidiliyor. Üstelik seçim yapılsa dahi Türkiye'nin daha iç açıcı bir siyasi tabloya kavuşacağı hiç değilse bu aşamada olası görünmüyor.
Bu hükümetin en büyük hatalarından biri Helsinki Zirvesi sonucunu iyi değerlendirmemiş olmasıdır. Kopenhag kriterlerinin kanunlarda kısmen özlü kısmen de kozmetik değişikliklerle savuşturulabileceği sanılmış, uygulamaya önem verilmemiştir. Haftalardan beri ölüm cezasının kaldırılması, anadilde yayın ve anadil öğrenimi gibi konularda AB şu veya bu şekilde tatmin edilirse önümüzdeki Kopenhag Zirvesi'nde üyelik müzakereleri için bir tarih elde edilebileceği hayali ile avunulmuştur. Farz edelim böyle bir netice alındı, yine saptanan tarihte müzakerelere geçmek için kriterleri karşılamak gerekmeyecek miydi? Yine bir adım ileri, bir adım geri atmayacak mıydık? Kaldı ki Kopenhag kriterleri açısından mesele, hiçbir zaman etrafında dönüp durduğumuz bu üç konudan ibaret değildi. Düşünceyi ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü AB'nin üzerinde hassasiyetle durduğu ve bizim sözünü etmediğimiz konulardır. Ayrıca AB, kanunların içeriği kadar uygulamasını da dikkatle izliyor. İngiliz Parlamentosu Dışişleri Komitesi'nin geçen nisanda yayımladığı ve birçok yönleri ile Türkiye'nin üyeliğine olumlu bakan raporunda uygulama sorunu bakın nasıl özetlenmiş: ‘‘Türk yargısının ve kanun uygulayıcılarının zihniyet ve davranışlarında temelli bir değişiklik olmadan Türkiye'nin ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü konusunda Kopenhag kriterlerini karşılayamayacağı sonucuna vardık.’’ AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen de geçen hafta aynı şeyleri söyledi. Demek oluyor ki, yanlış bir varsayımdan hareketle kendimize sanal bir hedef seçtik.
Ya Kıbrıs meselesi? Kıbrıs çözümlenmeden AB ile üyelik müzakerelerine başlanabilir mi, başlanamaz mı tartışması lüzumsuzdur. Çünkü sorun bu yıl sonunda Kıbrıs'ın çözüm olmasa dahi AB'ye üye kabul edilip edilmeyeceğidir. Edilirse bunun Türkiye'nin üyelik müzakerelerini olumsuz etkileyeceğinden kimsenin şüphesi var mı? 1990'dan beri mevcut olan bu sorunu bir türlü doğru teşhis edemedik. Kıbrıs'ta bir çözümü kendi lehimize bir koz haline getireceğimize, bir engel haline getirmek için elimizden geleni yaptık. Ve devam ediyoruz. Daha geçenlerde AB karşıtlığı ile ün salmış bir devlet bakanımız Avrupa Parlamentosu'na gönderildi. O da vazifesini yerine getirdi ve Cumhurbaşkanı Denktaş'ın müzakere pozisyonu ile ters düşen güzel bir konuşma yaptı. Avrupa parlamenterlerini dehşet içinde bırakmayı becerdiğine eminim. Bu tutarsızlıklarla mı AB'ye gireceğiz?
Evet, AB defterini kapatmak zamanı gelmiştir. Enerjimizi bu dava ile tüketmeyelim. Daha olmazsa on yıldan beri yaptığımızı yapar, ekonomik küçülmeyi sürdürür, bir politik ve ekonomik krizden diğerine sürüklenir, demokrasiyi yozlaştırmaya devam ederiz. Gelecek kuşaklar düşünsün! Bizden sonrası tufan!