KISKANÇLIK insani bir duygudur. İnsanlar kendilerinde olmasını istedikleri kabiliyet, nüfuz, servet veya talihin başkalarına nasip olduğunu görünce mizaçlarına göre değişen ölçülerde psikolojik tepki gösterirler.
Ölçü fazla kaçınca da haset duygusu marazi bir hal alır, objektif düşünce imkánsız hale gelir, hedef insanı kötülemek için her çareye başvurulur.
Kişisel husumet de kıskançlıkla aynı kapıya çıkar. Eleştiriler hakarete ve niyet yargılamasına dönüşür. Türkiye’de bu iş kolaylıkla ‘vatana ihanet’ suçlamasına kadar gider.
Son zamanlarda bu psikozun ne kadar yaygın olduğunu sık sık görüyoruz. Makul ve dengeli eleştiriye nadir rastlanır oldu. İnsanların niteliklerinin ve hizmetlerinin bir anda sıfırlandırıldığı sık sık görülüyor.
***
Bunun son bir örneği Kemal Derviş’e yöneltilen isnatlardır. Derviş’i seversiniz veya sevmezseniz, kibirli bulabilirsiniz, politik çizgi ve tercihlerini tenkit edebilirsiniz; fakat yeteneklerini ve yaptığı hizmetleri inkár etmek son derece zordur.
Halen içinde bulunduğumuz makro-ekonomik istikrarın mimarı olduğu, Türkiye’nin tarihindeki en büyük ekonomik krizi atlatmasında başlıca rolü oynadığı, özellikle uluslararası kurumların güvenini kazandığı için önemli finansman kaynakları sağladığı göz ardı edilemez. Bugün ise AB kamuoyu Türkiye’nin Avrupalılığını sürekli sorgularken en etkili ve inandırıcı avukatımız o değil mi?
BBC’de ve Fransız televizyonlarındaki performansını takdir etmemek mümkün mü? Onun gibi Almanca ve Fransızca’yı anadili gibi bilen, İngilizcesi kusursuz, Avrupalıların zihniyetine aşina, entelektüel seviyesi çok yüksek bir temsilci kolay kolay bulunmuyor. Fakat bir de bakıyoruz ki, Fransa’da katıldığı bir televizyon programında dolaylı olarak ’Ermeni soykırımı’nı kabul ettiği ithamı altında kalmış. Bazı kalemler hışımla kendisine çatıyorlar.
***
Derviş’in 18 Ekim’de ‘Le Monde-RTL Büyük Jürisi’ programında ‘Ermeni soykırımı’ konusunda sorulan bir soruya cevaben söyledikleri Le Monde Gazetesi’ne göre şöyle:
’Bu fırsattan istifade ederek Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin katledilmiş olmasından duyduğum derin acıyı ifade etmek istiyorum. Bu ıstırapları kabul etmek ve derin üzüntü ifade etmek gerekir, ancak öbür yanda Müslümanların uğradığı katliamlar da unutulmamalıdır. Aslında bu tarihi hafızanın izleri aşılmalıdır. Aksi takdirde barışa hizmet edilmiş olmaz. Oysa Avrupa fikrinin kuvveti, barış için bir güç oluşturmasıdır.’
Derviş görüldüğü gibi Türkiye’de geniş destek gören ‘mukatele’ savını belirtmiş. Bu meseleyi aşmak gerektiğinin altını çizmiş. Belki vurgular biraz daha net olabilirdi; ama soruya irticalen cevap verdiğini de unutmayalım.
***
Anlaşılıyor ki Ermeni iddiaları, katılım müzakerelerinin başlaması kararının alınacağı 17 Aralık AB zirvesinden sonra da gündemi işgal etmeye devam edecek. Soğukkanlılığımızı hiçbir zaman kaybetmemeliyiz ve birbirimize girmemeliyiz.
Hukuken bir kere kuvvetli durumdayız. Soykırım ithamı hukuken Türkiye’ye karşı ileri sürülemez. Toprak veya tazminat talebinde bulunulamaz. Ne var ki hukuk başka, siyaset başka. Siyasi alanda bu mesele Türkiye’yi rahatsız etmeye ve uğraştırmaya devam edecek. En iyi çare, Derviş’in de belirttiği gibi tarihi algılamaları aşmaktır.
Bunun için de çok yönlü ve yaratıcı bir politikanın süratle saptanmasına ihtiyaç var. İşi tarihçiler halletsin fikri yerindedir; fakat uygulaması son derece güçtür. Ermenistan’a karşı politikamızı da kapsayan, boyutları daha geniş bir yol haritası çizmeliyiz.