İlter Türkmen: Ekonomi bilmemenin avantajı...

İlter TÜRKMEN
Haberin Devamı

YIL sonu enflasyon rakamı açıklanınca 16 Mart 2000'de ‘‘İnançla enflasyonu düşürmek’’ başlığı altında yayımlanan yazımı bir daha okudum. Yazının sonunda şöyle demişim: ‘‘Herkes gibi benim bir de tahminim var. Yıl sonunda enflasyon % 40. Tabii benim işim kolay. Yanılırsam ekonomist değilim derim. Fakat haklı çıkarsam yazılarını hayranlıkla okuduğum ekonomistlere bir daha zor inanırım!’’ Ne yapayım ki tahminim doğru çıktı. Yıl sonu enflasyonu % 39. Peki, ekonomi bilmeden nasıl böyle bir tahminde bulunabildim. Anlatayım:

***

Her şeyden önce hükümetin istikrar programını çok ciddi ve etkin bir şekilde yönetebileceğine, devlet giderlerini kontrol edebileceğine, israfı önleyebileceğine bir türlü ikna olamadım. Koalisyon hükümetlerinin yapıları dolayısıyla her zaman zayıf kaldıklarını, olağanüstü şartların gerektirdiği kararlılığı sürekli göstermelerinin zor olduğunu düşündüm. Üstelik ekonominin kilit mevkilerine getirilen bakanlar da müktesebatları ve deneyimleri ile göz doyurucu olmaktan uzaktılar. Ekonomik politikanın idaresinde çok başlılık vardı. Özelleştirme ve yabancı sermayeyi cezbetme hakkındaki güzel söylemlere rağmen hükümete hakim olan temel felsefenin koyu ve çağdışı bir devletçilik olduğu belli oluyordu.

***

Bunun yanında program çok iddialı idi. Özellikle döviz kuru politikasının isabetine inanmak güçtü. Daha ilk başta bu politikanın ihracata uzun sürede olumsuz etki yapacağı görülebiliyordu. Sonuçta Türk Lirası'nın enflasyonun % 12.5 altında değer kaybetmesi dengeyi büsbütün bozacaktı. Nitekim, tekstil endüstrisinin önemli bir kısmı, pazarlarını kaybetmek tehlikesi karşısında, daha ucuz maliyetlerle üretim yapabileceği ülkelere göç etmek olanaklarını araştırıyor. Turizm sektörü de Türk Lirası'nın ölçüsüz değerlenmesinden olumsuz etkilenecektir.

***

Enflasyona ilişkin bir noktanın daha altını çizmek gerekir. % 39 oranının ne kadar gerçeği aksettirdiği pek açık değil. Oran düşük görünsün diye KİT'ler zarar etmek pahasına ürünlerinin fiyatını artırmadılar. Kira artışları için yapay olarak kanunen % 25 tavanı saptandı, fakat kimse buna riayet etmedi. Bütçe parametrelerine uyuldu, fakat devlet bankalarının görev zararları tırmandı.

***

Asıl sınav çok daha çetin koşullar altında geçecek olan 2001 yılında verilecek. Şimdi bu yıl enflasyonun % 12 olacağına inanmamız isteniyor. İnanmak isteseniz bile çok zor. Köprü geçiş ücretleri birdenbire % 50 arttı. Maliyetleri yükseltecek bir dizi vergi artırımları yapıldı. Mevduat faizleri % 50-60 üstünde. Rant ekonomisine sözde savaş açıldı, fakat değişen bir şey yok. 6 aylık Hazine bonosu faizi 67.5 oldu. Yılın ilk yarısında döviz sepetine bağlı devalüasyon % 5.2 ile sınırlı kalacak. Dolayısıyla bono alanlar vadesi geldiğinde reel bazda çok yüksek kárlar elde edecekler. Avantajları bundan ibaret de kalmayacak. Haziran sonunda döviz kuru serbest bırakılacağına ve Türk Lirası büyük olasılıkla süratle değer kaybedeceğine göre zamanında ellerindeki paraları dövize çevirirlerse kazançları katmerli olur. Bundan daha güzel bir rant ekonomisi tasavvur edilemez.

***

Bu cömert politika yabancı sermayeye cazip gelir mi? Belli değil. Sıcak para gelir ve sonra geçen ay olduğu gibi arkasında kargaşa bırakarak çekip gider. Türkiye'nin genel siyasi ortamı ve AB politikası güven vermediği için direkt yabancı yatırım enerji gibi kár garantisi olan alanlar dışında pek gelmez.

***

Güven ortamı yaratmak için yapılacak tabii çok şey var. Fakat galiba ilk aşamada hükümette sınırlı da olsa bir revizyona gidilmeli ve ekonomik politikanın sorumluluğu tek elde toplanmalıdır. Ekonomik politikadan sorumlu Başbakan Yardımcılığına özel sektörden kendisini ispatlamış bir kimse getirilirse, ne iyi olur. Bunu yapan ülkeler çok. Politik vurdumduymazlıktan uzak bir zihniyet ve dinamizme, çağdaş bir yönetim anlayışına o kadar çok ihtiyaç duyuluyor ki.

Yazarın Tüm Yazıları