Ekonomi, AB ve Irak

GEÇEN hafta Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi (DEİK) tarafından Londra'da düzenlenen ‘‘Yabancı Sermaye Piyasaları ve Yatırım’’ konulu seminere, Türkiye'nin iç ve dış politik durumunu irdeleyen bir konuşma yapmak üzere ben de davet edilmiştim.

Tabii tartışmaların ağırlık merkezi ekonomideki gelişmeydi. Seminere katılan Türk ve yabancı iktisatçı, işadamı ve bankacıların konuşmalarının ortak noktasını Türk ekonomisi hakkında belirtilen iyimserlik teşkil etti. Son göstergelerin hemen tümü olumlu bulundu. Ekonominin en kırılgan yönü sayılan kamu borçları 2002 yılında GSMH'nin % 79'u oranındayken TL'nin değer kazanması nedeniyle bu oran 2003'te % 70'e iniyor. Faiz oranlarındaki düşme eğilimi de borç servisinin yükünü bir ölçüde azaltacak. Yıl sonu % 20'lik enflasyon hedefine ulaşmakta bir sıkıntı yok. Ekonomideki büyüme % 5'i bulacak. Bu yıl ödemeler dengesindeki açık artmakta ise de TL'nin değerini sarsacak boyutta olmayacak. AKP hükümetinin özelleştirme alanındaki kararlılığı takdir ediliyor. TÜPRAŞ, PETKİM ve TEKEL'in özelleştirilmesinden sağlanacak gelirler borç ödemelerine tahsis olunacak. Özetle Türk ekonomisinin 2001 yılında başlayan krizin kıskacından sıyrılmaya başladığı ve AKP hükümetinin iyi yolda olduğu inancı var. Şunu da belirtmek gerekir: Seminere hitap eden Hazine Bakanı Ali Babacan kişiliği, konulara hákimiyeti ve uslubu ile çok iyi bir izlenim bırakıyor ve güven veriyor.

***

Bu iyimser tablo, süregelen bazı zaafları ve ekonomik politikaların sosyal yansımalarını göz ardı etmemelidir. Türk ekonomisi iç ve dış siyasi gelişmelerden çok çabuk etkileniyor. Bir anda TL hızla değer kaybedebiliyor, faizler tırmanıyor, borsa düşüyor. Direkt yabancı yatırımlarda önemli bir kıpırdanma yok. Yabancı sermaye gittikçe Çin'e akıyor. Dünya Ticaret Örgütü kurallarının uygulanmaya başlaması ile 2005'te rekabet şiddetlenecek. Türkiye'de ise akaryakıt ve elektrik gibi girdilerin pahalılığı üretim maliyetlerinı yükseltiyor. Sosyal alanda istikrar programı, düşük gelirlileri insafsızca vuruyor. Vergiler olabileceği kadar adaletsiz. İşsizlik azalmıyor. Son birkaç yılda işçi, memur ve emekliler reel ücret ve maaşlarının % 30'nu kaybettiler. Evet, sosyal koşulların düzelmesi de ekonomik istikrar programından ve enflasyonun azalmasından geçiyor, fakat geçiş döneminin düşük gelirliler için çok ıstıraplı olduğu ve bunun ciddi siyasi ve sosyal sonuçlar doğurabileği de bir gerçek.

DEİK semineri sırasında kulislerde en çok sorulan iki soru vardı. Bunlardan birinci daha kısa vadeli: Türkiye'nin Irak politikasının ve özellikle Irak'a asker gönderilmesinin ekonomi üzerindeki etkisi ne olabilir? Aslında Türkiye'de piyasaların davranışı garip. TBMM asker gönderilmesi konusundaki hükümet önerisini kabul eder etmez borsa patladı! Oysa Irak'taki istikrarsızlık ve gerilim ortamının tam tersine endişe doğurması daha normal olurdu. Nitekim Irak'ta Türk askerinin karşılaşacağı tepkinin boyutları gittikçe artıyor ve bu tepkinin Türkiye ile Irak arasında şimdi sürekli büyüyen ticareti ne yolda etkileyeceği belli değil. Irak'a asker göndermenin politik, mali, ekonomik bedeli ağır olabilir.

***

İkinci soru AB ile ilgiliydi: 2004 Aralık'ında AB Konseyi, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlamasına yeşil ışık yakmazsa ne gibi ekonomik sonuçlar ortaya çıkar?

AB'nin bu yönde bir kararının siyasi olumsuzluklar yanında ekonominin ivmesini sekteye uğratacağı ve Türkiye hakkındaki algılamaları menfiye dönüştüreceği kanaati yaygın.

Önümüzdeki bir yıl gerek ekonomik, gerek politik bakımdan çok çetin geçecek. Politika ekonomiyi hem kısa vadede ve hem de uzun vadede her zamankinden daha fazla etkileyecek. Hata yapmak marjımız çok az. Hatanın neresinden dönülse kárdır.Bunu unutmamak gerek.
Yazarın Tüm Yazıları