Paylaş
Fransız ‘‘Liberation’’ Gazetesi'nde 12 Kasım'da yayımlanan ‘‘Egemenlikçi Mozole’’ başlıklı yazısında Alain Duhamel şöyle diyor: ‘‘Egemenlikçiler için dünya, Fransa'nın ancak hedefi ve mağduru olabileceği bir trajedi yaşamakta... Onların algılamasında küreselleşme biz Fransızları ufalıyor, Avrupa bizi içinde eritiyor ve sahneden siliyor, Almanya bizi sinsice yönlendiriyor, İngiltere bizden nefret ediyor, gelişme yolunda ülkeler bizi vampir olarak görüyor. Egemenlikçilere göre bu tehlikeler karşısında hákimiyetin paylaşılması yolunda her adım bir ihanet, her yenilik bir yozlaşmadır. Demek oluyor ki tek bir çare var: 21'inci asrı reddetmek!’’
Türkiye'deki egemenlikçilerin Fransa'daki hemfikirlerinden de ileri gittiklerini, Türk siyaset kültürünün küresel ve bölgesel tehditler ve komplolar senaryolarına çok yatkın olduğunu Duhamel herhalde bilmez. Fakat sanki bizimkilerden söz ediyor hissine kapılmamak imkánsız. Yine de Fransa ile Türkiye arasında önemli bir fark var. Fransa'da egemenlikçi görüş biraz folklorik, söylemden ibaret kalıyor, ülkenin politikasının temel yönünü etkilemiyor. Eski Başbakan Raymond Barre'in ‘‘Revue des deux Mondes’’ Dergisi'nin son sayısında belirttiği gibi, Ortak Pazar'ın 1957'de kuruluşundan başlayarak, gümrük birliği ve ekonomik ve parasal birlik dahil Avrupa Birliği'nin tam entegrasyona doğru hamlelerinde atılım daima Almanya ve Fransa'dan gelmiştir.
* * *
Bizde Fransa'nın geniş ölçüde geride bıraktığı otoriter ve hoşgörüsüz jakobenizm geleneği hálá canlı ve nüfuzlu, politika üretimi ve yönetim üslubu üzerinde genellikle etkili. Her gün görüyoruz, AB'ye üye adaylığı karşısında karmaşık ve garip bir tepkimiz var. Üyeliğin lehinde tavır koyanlarda bile tereddütler ve isteksizlikler seziliyor. Bir yandan AB'ye üye olduğumuz takdirde nüfusumuz, ekonomik potansiyelimiz ve jeopolitik kozlarımızla önemli bir rol oynayacağımızı söylüyoruz, diğer yandan kuşkularımızı ve vehimlerimizi aşamıyoruz. AB üyeliği için ortamı daha elverişli hale getirmek için parmağımızı bile kıpırdatmak istemiyoruz. En ufak jest bile ödün sayılıyor. Ödün tabii günahların en büyüğü!
* * *
Belki Avrupa'nın federal bir yapıya doğru ilerlemesi ve egemenliklerin tamamen erimesi olasılığı bizi ürkütüyor. Gerçekleri görmek lazım. Tekrar Barre'a dönelim, şunu vurguluyor: ‘‘Avrupa Birliği'nin evriminde bir federalist eğilim kuşkusuz mevcut. Fakat orta vadede hiçbir ülkenin federal bir AB anayasası kabul etmeyeceği açık. Ne Almanya Texas'tır, ne de Fransa California, İngiltere ise gayet iyi bildiğimiz İngiltere'dir.’’ Uzun vadede federalizm galebe çalar mı? Kehanette bulunmak zor.
* * *
Küreselleşme de Türkiye'de bir hayli tartışmaya konu oluyor. Fakat onun muhalifleri daha dar bir zümreyi temsil ediyorlar. Küreselleşme süreci AB ile değil, fakat ABD ile daha çok özdeşleştiriliyor ve şu anda Türkiye'nin politikası daha çok Washington ağırlıklı. Mesela tahkim yasası büyük bir ödün sayılmıyor. Oysa, Dünya Ticaret Konferansı'na tepkiler ve Seattle'daki geniş çapta gösterilerin kanıtladığı gibi küreselleşmeyle bağlantılı çok ciddi sorunlar var. Türkiye'nin bu sorunlara karşı muafiyeti yok. Uzun sürede küreselleşmeyle baş edebilmenin en iyi çaresi, AB'ye üye olmaktır. Ancak entegre büyük birimler küreselleşme dalgasına dayanabilir.
Paylaş