AMERİKA, politik ve askeri strateji alanda en fazla doktrin ve teori üreten bir ülkedir. Monroe doktrini, Truman doktrini, Nixon doktrini bunlardan sadece birkaçı.
Askeri strateji alanında ise son teoriyi Irak'ta uygulanmak üzere Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve onun düşünce modelini paylaşanlar icat ettiler. ‘‘Şok ve dehşet’’ teorisi. Bu teoriye göre ABD Irak'ta üstün teknolojisinin ürünü dakik silahları o kadar büyük bir isabet ve yoğunlukta kullanacaktı ki, dehşet içinde kalan Iraklılar kısa sürede teslim bayrağını açacak ve Amerikalıları kurtarıcı gibi karşılayacaklardı. Teori gerçeğe hiç uymadı. Aksine askeri planlamanın da hatalı olduğu, Irak ordusunun gücü ve halkın psikolojisi hakkında istihbarat örgütlerinin yanıldığı ve Bağdat'a doğru süratle ilerlemek için gereken kuvvet miktarının isabetle saptanmadığı ortaya çıktı. Kuşkusuz askeri operasyonların karşılaştığı güçlüklerde Türkiye üzerinden kuzey cephesinin açılamamasının da etkisi var, fakat bu cephe açılmış olsaydı bile planın yine bir ölçüde aksayacağı belli olmuştur. Son günlerde harekát gerçi hızlandı, ancak Bağdat savaşının yine de çetin geçmesi bekleniyor.
* * *
Askeri teorinin altında tabii bir de politik konsept yatıyor. George Soros son bir konferansında bu konsepti gayet güzel özetlemiş: ‘‘Uluslararası ilişkiler güç ilişkileridir, hukuk değil. ABD en güçlü devlet olduğuna göre, dünyaya iradesini dayatmak hakkına sahiptir. Bush doktrini iki temele dayanıyor. Birincisi, ABD'nin askeri üstünlüğünü ne pahasına olursa olsun korumak. İkincisi de potansiyel tehlike mevcut olunca önleyici müdahale hakkını gerekirse kullanmak.’’ Bush yönetiminin konsept ve dürtüleri bu şemaya uygunsa da tatbikatın ancak 11 Eylül travmasının yarattığı ortam içinde mümkün olduğu unutulmamalıdır. 11 Eylül olmasaydı Bush Kongre ve kamuoyundan şimdiki kadar destek sağlayamazdı.
* * *
Bugün askeri alanda sıkışan ABD'yi yarın politik alanda daha kritik açmazlar bekliyor. ABD o zaman bugünkü politikalarından çark edebilir mi? Unutulmamalıdır ki ABD geleneksel olarak küresel amaç ve ihtiraslar peşinden koşmakla inziva arasında bocalayıp durmuştur. 1969 yılında Vietnam Savaşı'nın politik ve askeri baskısı altında kalan Nixon ABD'nin artık dünya jandarmalığını üstlenmeyeceğini belirten doktrinini ilan etmişti.
* * *
Amerikan politik düşünürleri Irak savaşından önce de ABD politikasına eleştirel açıdan bakmışlardır. Robert Kagan ‘‘Kudret ve Cennet’’ başlıklı kitabında ABD ile Avrupa arasındaki politik felsefe farkına işaret ediyor. Yazara göre Avrupa Napolyon ve Bismarck geleneklerinden esinlenen güç politikalarını İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra terk etti ve ABD'nin savunma şemsiyesi altında barış, bütünleşme ve dayanışmaya dayanan bir ‘‘Cennet’’ yaratmaya koyuldu. Buna karşılık ABD Soğuk Savaş'tan sonra global stratejik misyonların peşine düştü. Amerika'nın gücünün sonsuz olmadığını daha önce de görenler mevcut. Harvard Üniversitesi'nden Joseph Nye Jr.'a göre ABD bir açmaz ile karşı karşıya. Bir yandan hiçbir ülke veya ülkeler grubu tarafından tehdit edilemeyecek bir güce sahip, diğer yandan global terorizm ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi gibi sorunlarla başa çıkmak için imkánları sınırsız değil. Amerika diğer ülkelerin yardım ve saygısından vazgeçemez.
* * *
ABD'nin güç tekelini kabetmek üzere olduğunu ileri sürenler de eksik değil. Örneğin, ‘‘Amerikan çağının sonu’’ başlıklı kitabında Charles Kupchan ABD'nin üstünlüğünün bundan sonra azalacağını öne sürüyor. Özellikle Avrupa'nın zenginlik bakımından ABD ile yarıştığına dikkat çekiyor ve ABD'nin global sorumluluklarının altından kalkamayarak inziva politikasına dönebileceğini vurguluyor.
* * *
Irak savaşının askeri ve politik sonuçları açıkça ortaya çıktığında ABD'de bu tartışmalar mutlaka daha büyük ivme kazanacaktır. ABD'nin bugünkü çok iddialı küresel politikasını daha gerçekçi ve mütevazı boyutlara indirmesi beklenmelidir. İşte o zaman bölgesel güçlerin kaçınılmaz olarak nüfuzları ve rolleri artar. Bu değişim bazı bölgelerde olumlu, bazılarında ise tehlikeli gelişmelere yol açacaktır. ABD'nin Irak sonrası politikasının evrimi üzerinde düşünmek için erken değildir. Özellikle opsiyonlarını doğru teşhis etmekte son zamanlarda büyük sıkıntı çeken Türkiye, konu üzerine ciddiyetle eğilmelidir.